ALDATAN ADAM

Benim iki düzeyde çalışmam gerekir: Biri senin yaşadığın, var olduğun düzeydir, biri benim olduğum, senin de olmanı istediğim düzeydir. Bir tepeden senin olduğun vadiye geldim; aksi halde dinlemez, güneş ışığı ile aydınlanan zirveye inanmazdın. Senin elini tutmalı, seni ikna etmeliyim ve yolda doğru olmayan hikâyeler anlatmalıyım! Ama bunlar seni meşgul eder ve yürürken sorun çıkarmazsın; hikâyeye dalar, yola devam edersin. Ve tepeye ulaştığında, neden sana uzun hikâyeler anlattığımı anlarsın ve sana o hikâyeleri anlattığım için minnettar olursun; aksi halde yokuş yukarı o kadar uzun yol yürüyemezdin.

Bu hatırlamaya değer bir şeydir: Dünyanın tüm ustaları hikâyeler, meseller anlata gelmiştir. Neden? Gerçek basit bir şekilde söylenebilir, sana o kadar çok hikâye anlatılmasına gerek yoktur. Ama gece uzundur ve senin uyanık kalman gereklidir; hikâyeler olmadan uyuyakalırdın.

Sabaha gelene kadar sizi meşgul tutmak kesinlikle gereklidir ve ustaların anlata geldiği hikâyeler mümkün olan en ilgi çekici şeylerdir.

Gerçek söylenemez, ama sen onu görebileceğin bir noktaya götürülebilirsin.

AKLIMA BİR HİKÂYE GELDİ:

Bir kral işlerin nasıl gittiğini görmek için her gece şehirde dolaşırmış, elbette kılık değiştirerek. Bir adam onu çok şaşırtırmış, genç, çok yakışıklı bir adam, her gece sokağın kenarındaki ağacın altında dururmuş.

Sonunda merak üste çıkmış ve kral atını durdurup adama sormuş, "Neden gidip uyumuyorsun?"

Adam demiş ki, "İnsanlar uyur, çünkü koruyacak hiçbir şeyleri yoktur ve benim öyle hazinelerim var ki uyuyamıyorum, onları korumam gerek."

Kral demiş ki, "Tuhaf, ben burada hazine göremiyorum."

Adam demiş ki, "O hazineler içimde, onları göremezsiniz."

Kral her gün durmayı âdet haline getirmiş, çünkü adam yakışıklıymış ve söylediği şey kralı saatlerce düşündürürmüş. Kral adama o kadar bağlanmış, o kadar ilgi duymuş ki, adamın gerçekten bir aziz olduğunu düşünmeye başlamış, çünkü farkındalık, sevgi, huzur, sessizlik, meditasyon, aydınlanma, koruduğu hazineler bunlarmış; uyuyamıyormuş, uyuma riskini göze alamıyormuş. Bunu yalnızca dilenciler göze alabilir...

Hikâye merakla başlamış, ama yavaş yavaş kral adama saygı duymaya, onu spiritüel bir rehber olarak şereflendirmeye başlamış. Bir gün ona şöyle demiş, "Benimle saraya gelmezsin biliyorum ama ben gece gündüz seni düşünüyorum. Aklıma defalarca geliyorsun, sarayıma konuk olman çok hoşuma giderdi."

Kral adamın kabul etmeyeceğini düşünüyormuş -azizlerin dünyadan vazgeçtikleri gibi eski bir fikre sahipmiş- ama genç adam demiş ki, "Eğer beni o kadar özlüyorsan, neden daha önce söylemedin? Bir at daha getir, seninle gelirim."

Kral şüphelenmiş, "Bu nasıl bir aziz, ne kadar kolay ikna oldu?" Ama artık çok geç olmuşmuş, çünkü onu davet etmiş. Ona saraydaki, nadir konuklar için, diğer imparatorlar için ayrılmış en iyi odayı vermiş. Ve adamın bunu reddedeceğini, "Ben bir azizim, böyle bir lüks içinde yaşayamam." diyeceğini düşünüyormuş. Ama adam böyle bir şey dememiş. "Çok güzel." demiş.

Kral bütün gece uyuyamamış. "Bu adam beni kandırdı gibi görünüyor; o aziz falan değil." diye düşünmüş. İki, üç kez pencereden dışarı bakmış, aziz uyuyormuş. Ve daha önce hiç uyumamış, ağacın altında duruyormuş. Artık korumuyormuş. Kral, "Aldatıldım. Bu gerçek bir sahtekâr." diye düşünmüş.

Adam ikinci gün kralla yemek yemiş -hepsi lezzetli yiyeceklermiş, sadelik yokmuş- ve yemeğin tadını çıkarmış. Kral ona imparatorlara layık giysiler sunmuş ve adam giysilere bayılmış. Kral düşünmüş, "Bu adamdan nasıl kurtulabilirim?" Yedi gün sonra bıkmış, "Bu adam tam bir şarlatan, beni kandırdı." diye düşünmüş.

Yedinci gün bu tuhaf adama, "Bir soru sormak istiyorum." demiş.

Yabancı demiş ki, "Sorunu biliyorum. Yedi gün önce sormak istedin, ama sırf nezaketten, görgü kurallarından dolayı bastırdın, izliyordum. Ama seni burada yanıtlamayacağım. Sorunu sorabilirsin, sonra atlarımıza binip uzun bir geziye çıkarız, ben yanıtlayacak doğru yeri seçeceğim."

Kral demiş ki, "Tamam. Sorum şu, seninle aramızdaki fark ne? Sen bir imparator gibi yaşıyorsun, ama bir azizdin. Artık bir aziz değilsin."

Adam, "Atlar hazır mı?" demiş. Dışarı çıkmışlar ve kral defalarca sormuş, "Ne kadar uzağa gidiyoruz? Yanıt verebilirsin."

Sonunda imparatorluğunun sınırı olan ırmağa ulaşmışlar. Kral demiş ki, "Artık benim sınırıma geldik. Diğer taraf bir başkasının krallığı. Burası yanıt vermek için iyi bir yer."

Adam demiş ki, "Evet, ben gidiyorum. Sen iki atı da alabilirsin ya da istiyorsan benimle gelebilirsin."

Kral, "Nereye gidiyorsun?" demiş.

Adam demiş ki, "Benim hazinem yanımda. Ben nereye gidersem gideyim hazinem yanımda olacak. Benimle geliyor musun, gelmiyor musun?"

Kral demiş ki, "Nasıl seninle gelebilirim? Benim krallığım, sarayım, tüm yaşamım boyunca sahip olduklarım arkamda."

Yabancı gülmüş ve demiş ki, "Şimdi farkı görüyor musun? Ben bir ağacın altında çıplak durabilirim ya da bir sarayda imparator gibi yaşayabilirim, çünkü benim hazinem içimde. Sarayın ya da ağacın orada olup olmaması fark etmez. Sen geri dönebilirsin; ben diğer krallığa gidiyorum. Artık senin krallığın içinde kalmaya değmez."

Kral pişman olmuş. Yabancının ayaklarına dokunmuş ve demiş ki, "Beni affet. Senin hakkında yanlış şeyler düşünüyordum. Sen gerçekten de büyük bir azizsin. Ama gitme, beni böyle bırakma; aksi halde bu yara tüm yaşamım boyunca canımı yakacak."

Yabancı demiş ki, "Benim için güçlük yok; seninle dönebilirim. Ama senin tetikte olmanı istiyorum. Saraya ulaştığımız an soru yine aklına gelecek. Bu yüzden böylesi daha iyi, bırak gideyim.

"Sana düşünmen için zaman verebilirim. Geri döneceğim. Benim için fark etmez. Ama senin için krallığı terk etmem daha iyi. Böylece en azından benim aziz olduğumu düşünürsün. Sarayda yine şüphe etmeye başlarsın: 'Bu aldatıcı bir adam.' Ama ısrar edersen hazırım. Yine, soru üzerinde yük olmaya başladığında yedi gün sonra gidebilirim."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder