S: Kim daha iyi bir showman -tercihiniz buysa metafizik terimlerde- siz mi, yoksa Başkan Ronald Reagan mı?
Y: Kimse beni geçemez! Ben tüm insanlık tarihindeki en iyi showman'im.
S: Bu doğruysa, ne tür bir gösteri yapıyorsunuz? Tiyatro mu, sirk mi?
Y: Bu benim sirkim, karnavalım. Ve ondan büyük zevk alıyorum!
Jeff McMullen'a verdiği röportajdan
60 Minutes (60 Dakika), Avustralya
S: BİR BASIN TOPLANTISINDA KOMÜNÜNÜZÜ SİRK olarak, kendinizi büyük bir showman, dünyadaki en büyük showman olarak tanımladınız. Kendiniz ve komününüz ile alay mı ediyordunuz? Neden bunu söylediniz?
Y: Geçmişi getiriyorsun buraya. Tüm o saçmalıkları unut. Ben shovvman, ha? Ve halkım da bir sirk? Buna tamamen karşı çıkıyorum.
S: Bunu şimdi nasıl tanımlarsınız?
Y: Burada sirk falan yok. Burası bir sirkin olmadığı tek yer.
S: Ve siz de ciddi bir öğretmensiniz, öyle mi?
Y: Ben çok gayri ciddi bir öğretmenim! Ve senin hangi basın toplantısından bahsettiğini çoktan unuttum! Yalnızca sana karşılık veriyorum. Neden gereksizce ölüleri mezarlarından çıkaralım? Bırak sessizce uyusunlar. Sen canlısın, ben canlıyım, varoluşçu bir karşılaşma yaşayabiliriz.
Ve sende o potansiyeli görüyorum, bu yüzden bunu söylüyorum. Bunu bir başkasına söylemezdim. Haftalar boyunca her akşam röportaj verdim, ama bunu bir başka gazeteciye söylemedim. Seni bir gazeteci olarak değil, daha çok bir arayıcı olarak görüyorum. Seni bir insan olarak görüyorum. Ve yüreğinin içimde, benimle ahenk içinde attığını görebiliyorum, bu yüzden bunu söylüyorum. Aksi halde, geçmiş hakkında yanıtlar verip durabilirim, aklıma ne gelirse; bunda sorun olmaz.
Ben şakalara bayılırım. Ve başka insanları hedef alarak şaka yapmak iyi, güzel değildir. Bu yüzden arada bir kendimi, halkımı hedef alarak şaka yaparım. Bu yalnızca bir şakaydı ve o aptal gazeteciler bunun önemli bir şey olduğunu sandı. Sence bir showman burada, çölde oturur mu? Bu showman için bir yer mi? O zaman Hollywood'u seçerdim! Ama tam tersine, tüm Hollywood halkını buraya çektim.
Bu üç yüz yirmi iki kilometrekarelik çölde, tüm gün odamda oturuyorum. Yalnızca iki kez dışarı çıkıyorum: Sabahleyin sannyasinlerle konuşmak için, akşam bir gazeteciyle konuşmak için. Ne tür bir showman olduğumu düşünüyorsun? Böyle showman olunmaz.
Ve showman'lik için zamanım da yok. Sana günlük düzenimi anlatayım, o zaman görürsün: Nasıl zaman bulabilirim? Sabah altıda uyanırım. Dahası, bakıcım Vivek beni uyandırmak zorundadır; aksi halde uyanmam. Kim yine uyanmak ister ki? Yarım yüzyıldır uyanıp duruyorum, bu kadarı yeter!
Ama o beni uyandırır, bana bir fincan çay verir. Sırf ona saygımdan çayı içerim. Benim çayım fazla değildir, yalnızca su ve çay yaprakları. Şekersiz, sütsüz. Bu tür çay cennette sunulmaya başlansa, tüm azizler cehenneme taşınır. Sonra -çocukluğumdan beri suyu hep sevdim- sabah bir buçuk saat boyunca banyo yapar, küvetin, duşun tadını çıkarırım; ve aynı akşam, bir buçuk saat daha yıkanırım.
Banyodan sonra hemen arabaya binerim ve halkımın beklediği oditoryuma giderim. Geri döndüğümde öğle yemeği vakti gelmiştir. Yemeğimi on birde yerim ve yine uyurum, tüm hayatım boyunca yaptım bunu. Öğrenciyken derslerimi kaçırırdım, öğretmenlerim bana izin verirdi, çünkü vermezlerse sınıfta uyurdum. Derdim ki, "Başka yolu yok... İki saat uyumam gerek."
Ve saat ikide uyanır, bir saat arabayla gezerim. Araba sürmeye bayılıyorum ve kesinlikle en güzel yollar benim, çünkü sannyasinlerim benim için yaptı onları. Trafik yok, bu yüzden sağa mı, sola mı gidiyorum, aldırmam. Yolun tamamı bana aittir. Bir saat dolaşırım ve eve dönerim.
Bir buçuk saat boyunca sessizce, hiçbir şey yapmadan sandalyemde otururum ve otların kendi kendilerine büyümesine izin veririm. Sonra banyo yaparım.
Banyodan sonra akşam yemeğimi yerim ve yemekten sonra basın görüşmeleri için burada olurum. Dokuz, dokuz buçuk gibi odama dönerim. Sonra özel sekreterim, dünyanın dört bir tarafından gönderilmiş mektuplarla gelir; dünyanın her yerinden haber kupürleri, özel sekreterimin bilmem gerektiğini düşündüğü her şey; çünkü ben okumam. Okumayı bıraktım, kitap, gazete, hiçbir şey. Özel sekreterim getirdiği kupürleri kendi okumak zorundadır; ben yalnızca dinlerim. On bir gibi yine yatmaya giderim. Şimdi, ben showman olacak zamanı nereden bulabilirim ki? Evet, giysilerime bakıp, bir showman gibi giyindiğimi düşünebilirsin. Öyle değil, bu halkımın sevgisi için. Onlar için giyiniyorum. Çok güzel giysiler dikiyorlar, benim için dikmeyi seviyorlar; onları reddedemem. Ve kime gösteri yapacağım? Buradan hiç çıkmıyorum ki!
Saatimi görüyor musun? Yüzlerce saatim var. Halkım gerçekten zeki bir halk; dünyadaki hiçbir usta bu kadar zeki bir halka sahip olmamıştır. Bu saat sannyasinlerim tarafından yapılmıştır. Piaget'den üstündür. Bu, elmaslardan değil, gerçek taşlardan yapılmıştır.
S: Gerçek taşlar mı?
Y: Gerçek taş, elmas değil. Bu yüzden bunun sahte bir saat olduğu fikrine kapılma. Gerçek taşlar da elmaslar kadar gerçektir, sahte olması söz konusu bile değil. Televizyonda aptal bir gazetecinin benim sahte saat kullandığımı söylediğini duydum. Anlayamıyorum: Öylesine gerçek taşlar ve sen ona sahte saat diyorsun. Zamanlaması mükemmel; bir saat içinde yalnızca bir saniye geri kalıyor ve bu en iyi saatin yapabileceği bir şey. Herhangi bir elmas kadar güzel. Piaget'de aynı saat yarım milyon dolar, sırf elmasların kıymetli olduğu gibi salakça bir fikirden dolayı. Bu saat ucuz, ama onu on milyon dolara bile satmam, çünkü paha biçilemez. Öyle büyük bir sevgiyle yapıldı ki, bu satışa çıkarılabilir bir şey değil. Sevgi satılamaz.
Ama saati kime göstereceğim? Halkım giysilerimi biliyor, saatlerimi biliyor, beni biliyor. Başka kimseyle karışıp görüşmüyorum, başka hiçbir yere gitmiyorum. Beni ilgilendirdiği kadarıyla üçüncü dünya savaşı oldu ve yalnızca burası kurtuldu. Gidecek başka hiçbir yer yok.
Yalnızca şaka yapıyordum. Ve halkım çok çalışıyor, günde on iki, on dört saat, bir çölü vahaya dönüştürüyorlar. Sence bu insanlar sirkte mi? Dünyadaki hiçbir yerde bu kadar çalışkan insanlar bulamazsın. Ücret almıyorlar, çünkü biz komünde para kullanılmasına inanmıyoruz. Gerek yok. Biz tüm ihtiyaçlarımızı, yiyeceklerimizi, giysilerimizi, her şeyi karşılayabiliyoruz, bu yüzden kimsenin paraya ihtiyacı yok. Kimin neye ihtiyacı olursa, bulabilir. Bu insanlar çok çalışıyor, ne için? Birilerini eğlendirmek için mi? Bunlar yaratıcı insanlar. Beni seviyorlar ve benim hayalimi gerçekleştirmek istiyorlar.
Willem Sheer'e verdiği röportajdan
Pers Unie, Den Hague, Hollanda
BENİM FIKRALAR ANLATMAM GEREK, ÇÜNKÜ, korkarım, hepiniz çok dindarsınız. Ciddi olmaya eğilimlisiniz. Zaman zaman dindarlığınızı unutmanız için, tüm felsefelerinizi, teorilerinizi, sistemlerinizi unutmanız, yeryüzüne dönmeniz için sizi gıdıklamam gerekiyor. Sizi yeryüzüne indirmem gerekiyor; aksi halde gittikçe daha çok ciddileşiyorsunuz. Ve ciddilik kanser gibidir.
Artık tıp bilimi bile kahkahanın, doğanın insana verdiği en etkili ilaç olduğunu söylüyor. Hastayken gülebilirsen, daha kısa sürede iyileşirsin. Gülemezsen, sağlıklı olsan bile eninde sonunda sağlığını kaybedersin ve hastalanırsın.
Kahkaha içsel kaynağındaki enerjiyi yüzeye çıkarır. Enerji akmaya başlar, kahkahayı gölge gibi takip eder. Bunu hiç izledin mi? Gerçekten kahkaha attığında, o birkaç dakika boyunca derin bir meditasyon durumuna girersin. Düşünme durur. Aynı anda hem gülmek, hem düşünmek güçtür. İkisi birbirinin zıddıdır: Ya gülersin, ya düşünürsün. Gerçekten gülersen, düşünme durur. Hâlâ düşünüyorsan, kahkahan şöyle böyle olur, arkada kalır. Sakat bir kahkaha olur.
Gerçekten güldüğün zaman, zihin aniden yok olur. Tüm Zen metodolojisi zihinsizlik durumuna erişme üzerinedir. Kahkaha bunun için en güzel kapıdır.
Bildiğim kadarıyla dans ve kahkaha en iyi, en doğal, en kolay erişilebilir kapılardır. Gerçekten dans ediyorsan düşünme durur. Dans edersin, döner, dönersin ve bir burgaç olursun. Tüm sınırlar, tüm bölünmeler kaybolur. Bedeninin nerede sona erdiğini, varoluşun nerede başladığını bile bilmezsin. Varoluşun içinde erirsin ve varoluş senin içinde erir; sınırlar üst üste biner. Ve gerçekten dans ediyorsan -idare etmiyor, onun seni idare etmesine, onun seni sahiplenmesine izin veriyorsan- dans seni sahipleniyorsa, düşünme durur.
Aynısı kahkahada da olur. Kahkaha seni ele geçirmişse, düşünme durur. Ve birkaç anlığına zihinsizliği tanımışsan, o kısa bakışlar sana gelecek daha çok ödül vaad eder. Gittikçe daha çok zihinsizlik niteliği edinmelisin. Düşünme gittikçe daha çok bırakılmalıdır.
Kahkaha düşüncesiz duruma güzel bir giriş olabilir.
VE BENİM FIKRALAR ANLATMAM GEREK, ÇÜNKÜ söylediğim şeyler o kadar ince, o kadar derin ki, bu şeyleri sana yalnızca söylesem, uyuyakalırsın ve ne dinleyebilirsin, ne anlayabilirsin. Neredeyse sağır kalırsın.
Sana söylemem gereken gerçek ne kadar derinse, bunun için seçtiğim fıkra o kadar kötü olur. Anlatacağım en yüksek gerçek için en alçak fıkrayı ararım. İşte bu yüzden en pis fıkralara bile aldırmam. Pis bir fıkranın bile faydası olabilir. Seni köklere kadar, midene kadar şok edeceği için daha fazla faydası olur. Ve asıl nokta budur! Senin tekrar tekrar tetikteliğe gelmene yardımcı olur. Seni tetikte gördüğüm zaman, yine sana anlatmak istediğim şeyi anlatmaya devam ederim. Yine uykuya daldığını gördüğüm zaman, yine araya bir fıkra sokmam gerekir.
Gerçekten tetikte dinlersen, buna gerek kalmaz. Gerçeği doğrudan söyleyebilirim. Ama bu zordur. Esnemeye başlarsın ve gülmek esnemekten daha iyidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder