DİNSİZ DİN

Benden bir dogma çıkaramayasın diye hep çelişkili konuştum. Bunu denersen çıldırırsın. Alimler için gerçekten korkunç bir şey bırakıyorum; bundan anlam çıkarmayı başaramayacaklar. Çıldıracaklar ve bunu hak ediyorlar, çıldırmalılar! Ama kimse benden tutuculuk çıkaramaz, bu imkânsız. Sözcüklerimde yanabilirsin, ama hiçbir tür teoloji, dogmatizm bulamazsın.

Yaşamanın bir yolunu bulabilirsin, ama vaaz edilecek bir dogma bulamazsın. Öğrenilecek asi bir nitelik bulabilirsin, ama organize edilecek devrimci bir tema bulamazsın. Benim sözcüklerim alev alev değil, oraya buraya yüzyıllar boyunca patlayacak barut tozu koyuyorum. Gerektiğinden fazla koyuyorum. Ben işi asla şansa bırakmam. Neredeyse her cümle, benim çevremde bir din organize etmeye çalışacaklar için sorun yaratacak.

Evet, gevşek bir topluluk, bir komün olabilir. Gevşek sözcüğünü unutma: Herkes bağımsız, herkes kendi tarzında yaşamakta, beni dilediği gibi yorumlamakta, ne bulmak isterse bulmakta serbest. Dilediği gibi yaşamanın yolunu bulabilir. Her koyun kendi bacağından asılır.

Birisinin benim dinimin ne olduğuna karar vermesine gerek yok. Ben bunu açık uçlu bırakıyorum. Kendin için bir tanım çıkarabilirsin, ama bu yalnızca kendin içindir ve bunu da devamlı değiştirmek zorundasın. Daha fazla anladıkça, değiştirmek zorunda kalacaksın. Onu elinde ölü bir şeymiş gibi tutmaya devam edemezsin. Onu değiştirmek zorunda kalacaksın, o da aynı anda seni değiştirecek.

HIRİSTİYANLIK, HİNDUİZM, BUDİZM, JAİNİZM, MÜSLÜMANLIK; bunlar yalnızca ideolojidir, dogmadır, amentüdür; onlar yalnızca külttür. Gerçek dinin adı yoktur, adı olamaz. Buda onu yaşamıştır, İsa yaşamıştır, ama unutma, İsa Hıristiyan değildi, Buda Budist değildi, bu sözcüğü duymamıştı bile. Gerçek dindar insanlar yalnızca dindar oldular, dogmatik olmadılar. Dünyada üç yüz din vardır. Bu öyle bir saçmalıktır ki! Hakikat tekse, nasıl üç yüz din olabilir? Yalnızca tek bir bilim vardır ve üç yüz din, öyle mi?

Eğer nesnel gerçek ile ilgilenen bilim tekse, din de tektir, çünkü o öznel hakikat ile, hakikatin diğer yüzü ile ilgilenir. Ama o dinin ismi olamaz, ideolojisi olamaz.

Ben yalnızca o dini öğretiyorum. Bu yüzden biri sana benim öğretimin ne olduğunu sorarsa, kısaca, söyleyemeyeceksin, çünkü ben prensipler, ideolojiler, dogmalar, doktrinler öğretmiyorum. Ben dinsiz bir din öğretiyorum, sana onun lezzetini öğretiyorum. Sana ilahi olana açık olmanın yöntemini öğretiyorum. Sana ilahi hakkında hiçbir şey söylemiyorum, yalnızca sana şunu söylüyorum, "Pencere bu, onu aç, yıldızlı geceyi göreceksin."

O yıldızlı gece tanımlanamaz. Bir kez açık pencereden görünce bileceksin. Görmek bilmektir ve görmek, olmak da olmalı. Başka inanç olmamalı.

Bu yüzden benim tüm çabam varoluşçu, hiç entelektüel değil. Ve gerçek din varoluşçudur. Hep yalnızca birkaç kişinin başına gelmiştir ve sonra entelektüeller hemen onu yakalayıp ondan güzel -temiz, düzenli, mantıklı- ideolojiler çıkarmaya başladığı için yeryüzünden kaybolmuştur. O çabanın içinde güzelliğini kaybederler. Felsefeler yaratırlar ve din kaybolur. Uzman, âlim, teolog dinin düşmanıdır.

Bu yüzden unutma: Belli bir dine giriş yapmıyorsun; yalnızca dinsizliğe giriş yapıyorsun. Bu engindir, muazzamdır, sınırsızdır, tüm gökyüzü gibidir.

Gökyüzü bile sınır değildir, bu yüzden kanatlarını korkusuzca aç. Tüm bu varoluş bize ait; bizim tapınağımız bu, bizim yazmamız bu. Bundan azı insan yapımıdır, insan tarafından imal edilmiştir. İmal edildiği yerde, fazla önemi yoktur. İmal edilmiş dinlere karşı dikkatli ol, böylece gerçek olanı, insan yapımı olmayanı anlayabilirsin. Ve bu ağaçlarda, dağlarda, ırmaklarda, yıldızlarda vardır -sende, seni çevreleyen insanlarda- her yerde vardır.

BİLİM NESNEL DÜNYADA GERÇEK ARAYIŞIDIR, DİN ise öznel dünyada gerçek arayışıdır. Aslında onlar tek bir kuşun, tek bir sorgunun iki kanadıdır, iki yüzüdür. Nihai olarak iki isim olmasına gerek yoktur. Benim önerim bilimin çok güzel bir isim olduğudur, çünkü "bilmek"ten gelir. Bu yüzden bilimin iki yüzü vardır, tıpkı her madeni paranın iki yüzü olduğu gibi. Madde boyutunda bilmeye nesnel bilim, içselliğin -içsel benliğin, bilincin- boyutunda bilmeye öznel bilim diyebilirsin. Din sözcüğüne gerek yoktur.

Bilim kesinlikle iyidir ve aynı arayıştır, yalnızca yönleri farklıdır. Ve tek bir üstün bilim yapmamız, bir sentez, dışsal bilim ile içsel bilimin eşzamanlılığını yaratmamız iyi olacaktır. O zaman bu kadar çok dine gerek kalmayacak, insanın ateist olmasına bile gerek kalmayacak. Teistler yok olduğu zaman ateistlere de gerek kalmayacak. Onlar yalnızca tepkidir. Tanrı'ya inananlar vardır, bu yüzden inanmayanlar da vardır. İnananlar yok olduğu zaman, inanmayanlara ne gerek var ki?

Hiçbir şeye inanmanın gereği yoktur. Bilimin temeli budur. Gerçekliğe bilimsel yaklaşım budur: İnanma, sorgula. İnandığın an sorgu durur. Zihnini açık tut, ne inan ne inanma. Yalnızca tetikte kal, ara ve şüphe edilemez noktaya gelene kadar her şeyden şüphe et. Hakikat işte budur. Ondan şüphe edemezsin. Bu ona inanma meselesi değildir, bu tamamen farklı bir olgudur. Öyle büyük bir kesinliktir ki, seni öylesine boğar ki, ondan şüphe etmenin yolu yoktur.

Biliş budur. Ve biliş insanı Buda'ya, aydınlanmış olana dönüştürür. Tüm insan büyümesinin hedefi budur.

DİNE KUANTUM SIÇRAYIŞI GETİRMEKLE İLGİLİ İTİBAR Gautama Buda'dan yirmi beş yüzyıl önce, ilk defa Tanrı'sız bir din vaaz eden Adinatha'ya kadar uzanır. Bu muazzam bir devrimdi, çünkü tüm dünyadaki hiçbir yerde dinin Tanrı olmadan var olabileceği düşünülememişti.

Tanrı tüm dinlerin esas kısmı -merkezi- olmuştur: Hıristiyanlık, Yahudilik, Müslümanlık. Ama Tanrı'yı dinin merkezi yapmak insanı yalnızca çeper kılar. Tanrı'yı dünyanın yaratıcısı olarak düşünmek insanı yalnızca bir kukla kılar.

İşte bu yüzden İbranca'da, Yahudiliğin dilinde, insana Adem denir. Adem(1) "çamur" demektir. Arapça'da insana admi denir; adem ile aynı köktendir ve yine "çamur" anlamına gelir. Genel olarak Hıristiyanlığın dili haline gelen İngilizce'de human sözcüğü humus'tan gelir ve humus "çamur" demektir. Doğal olarak, eğer Tanrı yaratıcıysa, bir şey kullanarak yaratmak zorundadır. İnsanı bir heykel gibi yapmalıdır, böylece ilk önce insanı çamurdan yapar, sonra içine can üfler. Ama eğer böyleyse, insan tüm vakarı(2) kaybeder.

Ve eğer Tanrı insanın ve başka her şeyin yaratıcısı ise, tüm fikir tuhaftır. Tanrı insanı ve evreni yapmadan önce, ezelden beri ne yapıyordu? Hıristiyanlığa göre insanı İsa Mesih'ten yalnızca 4004 yıl önce yarattı. O zaman ezelden beri ne yapıyordu? Bu tuhaf geliyor. Bir sebep olmamalı, çünkü Tanrı'nın varoluşu yaratmak için bir sebebi olması, Tanrı'dan daha yüksek güçler olması, onu yaratmaya götüren sebepler olması demek. Ya da içinde aniden bir arzu doğmuş olması olasılığı var -bu da pek filozofça gelmiyor, çünkü ezelden beri arzusuzdu- ve arzusuz olmak mutlu olmaktır. Ezeli mutluluk deneyiminden, Tanrı'nın içinde dünyayı yaratmak için bir arzu yükseldiğini hayal etmek imkânsız. Arzu arzudur, bir ev yapmak istesen de, başbakan olmak istesen de, dünyayı yaratmak istesen de. Tanrı'nın arzulara sahip olması düşünülemez, bu yüzden geriye kalan tek şey kapris, egzantrikliktir. O zaman sebebe ve arzuya gerek olmaz. Yalnızca bir kapris.

Ama tüm bu varoluş sırf kapris yüzünden yaratıldıysa, tüm anlamını, tüm önemini kaybeder. Ve yarın Tanrı'nın içinde yok etmek, tüm evreni çözmek için bir başka kapris yükselebilir. Bu yüzden tüm güçlere sahip, ama aklı başında olmayan, kaprisli, diktatör bir Tanrı'nın ellerinde basit kuklalarız.

Adinatha çok derin meditasyon yapan, derin derin düşünmeyi seven biri olmalı. Bir Tanrı varken dünyanın hiçbir anlamı olmadığı sonucuna varmış olmalı. Dünyada anlam istiyorsak, Tanrı'dan kurtulmamız gerek. Büyük cesarete sahip bir adam olmalı. İnsanlar hâlâ kiliselerde, sinagoglarda, tapınaklarda tapınıyor; ama o adam, Adinatha, bizden beş bin yıl önce çok açık bilimsel bir sonuca vardı: İnsandan daha yüksek hiçbir şey yoktur, gerçekleşecek her evrim insanın içinde ve bilincinde olacaktır.

Adinatha, Jainizm'deki yirmi dört ustanın ilkidir ve ilk kuantum sıçrayışı budur: Tanrı'dan kurtulunmuştur. İtibar Buda'ya ait değildir, çünkü Buda Adinatha'dan yirmi beş yüzyıl sonra gelmiştir. Ama Buda'ya ait olan itibar başkadır: Adinatha, Tanrı'dan kurtulmuştur, ama onun yerine meditasyon koyamamıştır. Tam tersine, çilecilik, sadelik, bedene eziyet etmeyi yaratmıştır; oruç, çıplak kalma, günde yalnızca bir kez yemek yeme, geceleyin hiçbir şey içmeme, yememe, yalnızca belli yiyecekleri yeme. Çok güzel bir felsefi sonuca varmıştır, ama anlaşılan sonuç yalnızca felsefiymiş, meditasyonla ilgisi yokmuş.

Tanrı'dan kurtulduğun zaman hiçbir ayinin olamaz, tapınamazsın, dua edemezsin; yerine bir şey konulmalıdır. O sadelik koymuştur, çünkü dinin merkezi insan olmuştur ve insanın kendini arındırması gerekir. Onun fikrine göre arındırmak insanın kendini dünyadan, kendi bedeninden uzaklaştırması demekti. Bu her şeyi çarpıttı. O çok önemli bir sonuca vardı, ama bu yalnızca felsefi bir kavram olarak kaldı.

Adinatha, Tanrı'dan kurtuldu, ama bir boşluk bıraktı ve Buda o boşluğu meditasyonla doldurdu. Adinatha tanrısız bir din yaptı, Buda meditasyona dayalı bir din yaptı.

Buda'nın katkısı meditasyondur. Asıl nokta bedene eziyet etmek değildir; asıl nokta daha sessiz olmak, daha gevşemiş olmak, daha huzurlu olmaktır. İnsanın kendi bilincinin merkezine ulaşması içsel bir yolculuktur ve insanın kendi bilincinin merkezi tüm varoluşun merkezidir.

Yirmi beş yüzyıl daha geçti. Nasıl Adinatha'nın devrimci tanrısız din kavramı sadelikler, kendi kendine eziyet içinde kaybolduysa, Buda'nın meditasyon fikri -içsel, başka hiç kimsenin göremediği bir şey; nerede olduğunu yalnızca sen bilirsin, ilerleyip ilerlemediğini yalnızca sen bilirsin- bir başka çölde kayboldu ve o çöl organize dindir.

Din, meditasyon yapsalar da yapmasalar da, bireylere tek tek güvenilemeyeceğini söyler. Topluluklara, ustalara, birlikte yaşayabilecekleri manastırlara ihtiyaç vardır. Daha yüksek bir bilinç seviyesinde olanlar diğerlerine göz-kulak olabilir, onlara yardım edebilir. Dinlerin bireylerin ellerine bırakılmaması şarttır; organize edilmeli, daha yüksek bir meditasyon noktasına erişenlerin ellerine bırakılmalıdırlar.

Başlangıçta bu iyiydi; Buda hayattayken kendi kendini fark edişe, aydınlanmaya ulaşan pek çok insan oldu. Ama Buda öldükten, bu insanlar öldükten sonra insanların meditasyon yapmasına yardım etmesi için yaratılmış organizasyonlar rahipliğin eline düştü ve onlar senin meditasyon yapmana yardım etmek yerine Buda imgesi çevresinde ayinler yaratmaya başladı. Buda bir başka tanrı oldu. Adinatha, Tanrı'dan kurtuldu, Buda Tanrı'nın var olduğunu hiç kabul etmedi. Ama rahiplik tanrı olmadan var olamaz. Bu yüzden yaratıcı olan bir tanrı olmayabilir, ama Buda tanrılığa erişti. Başkaları için tek şey Buda'ya tapınmaktır, Buda'ya iman etmektir, Buda'nın ilkelerini takip etmek, yaşamı onun doktrinine göre yaşamaktır; Buda organizasyonun içinde, imitasyonun içinde kayboldu. Ve hepsi temel şeyi unuttu ve bu meditasyondu.

Benim tüm çabam dinsiz bir din yaratmaktır. Tanrı'yı merkez alan dinlere ne olduğunu gördük. Adinatha'nın devrimci kavramına, tanrısız dine ne olduğunu gördük. Buda'ya, Tanrısız organize dine ne olduğunu gördük.

Artık benim çabam, Tanrı'yı yok ettikleri gibi, dini de yok etmek. Geriye yalnızca meditasyonu bırak, böylece hiçbir şekilde unutulamasın. Onun yerine koyacak hiçbir şey yoktur. Tanrı yoktur, din yoktur. Din derken organize doktrini, amentüyü, ayini, rahipliği kastediyorum.

İlk defa dinin tamamen bireysel olmasını istiyorum. Çünkü Tanrılı ya da Tanrısız, tüm organize dinler insanlığı yanlış yönlendirmiştir. Ve tek amaç organizasyon olmuştur, çünkü organizasyonun kendi yöntemleri vardır ve bunlar meditasyona karşıdır. Organizasyon gerçekte politik bir olgudur, dindarca değildir. Bu bir başka güç yöntemidir, güç iradesidir. Artık her Hıristiyan rahip bir gün en azından bir piskopos, bir kardinal, bir papa olmayı ummaktadır. Yeni hiyerarşi, yeni bürokrasi budur ve spiritüel olduğu için kimse itiraz etmez. Bir piskopos olabilirsin, bir papa olabilirsin, herhangi bir şey olabilirsin. Buna itiraz edilmez, çünkü kimsenin hayatına engel olmayacaksındır; bu yalnızca soyut bir fikirdir.

Benim çabam rahipliği tamamen yok etmektir. O Tanrı ile kaldı, tanrılı dinle kaldı; artık tek yol Tanrı'dan ve dinden aynı anda kurtulmamız, böylece rahiplik olasılığı kalmaz. O zaman insan tamamen özgür, tamamen kendi büyümesinden sorumlu olur.

Ben şöyle hissediyorum: İnsan kendi büyümesinden ne kadar sorumlu olursa, onu fazla ertelemesi de o kadar güç olur. Çünkü bu, üzüntülüysen, sorumlunun sen olduğun anlamına gelir. Gerginsen, sen sorumlusun. Gevşemiş değilsen, sen sorumlusun. Acı çekiyorsan, sebebi sensin. Tanrı yok, gidip bir ayin isteyebileceğin bir rahiplik yok. Üzüntün ile baş başasın. Kimse üzgün olmak istemez.

Rahipler sana uyuşturucu verip durur, sana umut verirler: "Endişelenme, bu yalnızca inancının, güveninin sınanması. Ve bu üzüntüyü yaşarsan, sessizce, sabırla acı çekersen, diğer dünyada, ölümün ötesinde muazzam ödüller alacaksın." Rahiplik yoksa, her ne isen, ondan senin sorumlu olduğunu anlamalısın. Sorumlu, başka kimse değil. Ve "Üzüntümden ben sorumluyum" hissi kapıyı açar. Sonra bu sefil durumdan kurtulmak için yöntemler, yollar aramaya başlarsın.

Ve meditasyon budur. Üzüntünün, acının, ıstırabın, endişenin tam zıddıdır. O bir huzur, benliğin mutlulukla çiçeklenmesi durumudur, öyle sessiz, öyle zamansızdır ki, daha iyi herhangi bir şeyin olabileceğini düşünemezsin. Ve meditasyon halindeki bir zihinden daha iyi bir şey yoktur. Üç kuantum sıçrayışının şunlar olduğu söylenebilir: Adinatha, Tanrı'dan kurtuldu, çünkü Tanrı'nın insanın üzerinde büyük ağırlık oluşturduğunu, insanın büyümesine yardım etmek yerine bir yük haline geldiğini anladı. Ama onun yerine bir şey koymayı unuttu. İnsanın üzüntülü anlarında, acısının içinde bir şeye ihtiyacı var. Tanrı'ya dua ederdi. Sen Tanrı'yı aldın, duasını götürdün ve şimdi üzüntülü, ne yapacak? Jainizm'de meditasyonun yeri yoktur.

Tanrı'nın bırakıldığını ve boşluğun doldurulması gerektiğini kavrayan Buda'nın algı yeteneği oldu; aksi halde boşluk insanı yok eder. Onun yerine meditasyonu koydu, hakiki bir şey, tüm benliği değiştirebilecek bir şey. Ama hiçbir tür organizasyon olmaması gerektiğinin, rahiplik olmaması gerektiğinin, Tanrı gittiğine göre dinin de gitmesi gerektiğinin farkında değildi, belki farkına varamıyordu, çünkü gerçekleşmediği sürece farkına varmadığın şeyler vardır. Ama Buda affedilebilir, çünkü bu konuda düşünmemişti ve onun görmesine yardımcı olacak bir geçmiş yoktu. Bu ondan sonra geldi.

Asıl sorun rahipti ve Tanrı rahibin icadıdır. Rahipten kurtulmadığın sürece Tanrı'yı bırakabilirsin, ama rahip hep yeni ayinler bulacak, yeni tanrılar yaratacaktır.

Benim çabam seni, sen ile varoluş arasında aracı olmadan meditasyonla baş başa bırakmak. Meditasyon içinde değilken varoluştan ayrısın ve senin acın bu. Balığı okyanustan çıkarmak ve kıyıya fırlatmakla aynı şey; yaşadığı acı, üzüntü, eziyet, okyanusa ulaşma özlemi ve çabası; çünkü ait olduğu yer orasıdır, o okyanusun parçasıdır ve ayrı kalamaz. Her acı varoluş ile bir olmadığına, balığın okyanusta olmadığına işaret eder.

Meditasyon, sen ile varoluş arasında duvar yaratan tüm sınırları -düşünceleri, duyguları, duygulanımları- kaldırmaktan başka bir şey değildir. Onlar yok olduğu an aniden kendini bütün ile ahenk içinde bulursun; yalnızca ahenk içinde değil, bütün olduğunu fark edersin. Bir çiy damlası lotus yaprağından okyanusa kaydığı zaman okyanusun parçası olduğunu fark etmez, okyanus olduğunu fark eder. Ve nihai amaç, nihai fark ediş bulmaktır. Ötesinde hiçbir şey yoktur.

Bu yüzden Adinatha Tanrı'dan kurtuldu, ama organizasyondan kurtulmadı ve Tanrı olmadığı için organizasyon ayinler yarattı. Jainizm'e ne olduğunu, onun ayinciliğe dönüştüğünü gören Buda Tanrı'dan kurtuldu, tüm ayinlerden kurtuldu ve sabit fikirlilikle meditasyon konusunda ısrar etti. Ama Jainizm'de ayinleri yaratan rahiplerin aynısını meditasyona da yapacağını unuttu. Ve yaptılar da, Buda'nın kendisini Tanrı yaptılar. Meditasyondan bahsediyorlar, ama Budistler temel olarak Buda'ya tapınırlar. Tapınağa giderler ve orada Krişna ya da İsa yerine bir Buda heykeli vardır. Tanrı orada değildi, ayin yapmak güçtü. Meditasyon çevresinde ayin güçtür. Bir heykel yarattılar ve tüm dinlerin yapa geldiği gibi, "Buda'ya iman edin, Buda'ya güvenin, kurtulursunuz." demeye başladılar.

Her iki devrim de kaybedildi. Benim yaptığımın kaybolmamasını isterim. Bu yüzden geçmişte devrimin devam etmesine, sürmesine engel olan her şeyden kurtulunması için olası her yolu deniyorum. Ben birey ile varoluş arasında kimsenin durmasını istemiyorum. Dua yok, rahip yok; gündoğumu ile yüzleşmek için sen yetersin, gündoğumunun ne kadar güzel olduğunu senin için yorumlayacak kimseye ihtiyacın yok.

Sen buradasın, her birey burada, tüm varoluş mümkün. Tek ihtiyacın sessiz olmak ve varoluşu dinlemek. Hiçbir dine ihtiyaç yok, hiçbir Tanrı'ya ihtiyaç yok, hiçbir rahipliğe ihtiyaç yok, hiçbir organizasyona ihtiyaç yok.

Ben kesinlikle bireye güveniyorum. Şimdiye dek kimse bireye bu şekilde güvenmedi. Böylece her şey kalktı. Artık sana kalan tek şey bir meditasyon durumu ve bu mutlak sessizlik durumu demek. Meditasyon sözcüğü onun daha ağır görünmesine sebep oluyor. Ona basitçe, masumca sessizlik demek daha iyi ve varoluş tüm güzelliklerini sana açar.

Ve o büyümeye devam ederken sen de büyürsün ve bir an gelir, potansiyelinin zirvesine ulaşırsın. Ona budalık, aydınlanma, bhagwatta, tanrısallık, ne demek istersen diyebilirsin, onun adı yoktur, bu yüzden her isim olabilir.


--------------------------------------------------------------------------------

(1) adama: Toprak (Ed. n.)

(2) vakar: Ağırbaşlılık, temkinlilik. (Ed. n.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder