USTA

Güzel bir sabah Gautama Buda bakıcısı, müridi Ananda ile yürüyüşe çıkmış. Sonbaharmış; ağaçlar neredeyse çıplakmış ve tüm yapraklar yolun üzerindeymiş. Rüzgâr ağaçları sallıyor, yapraklar güzel sesler çıkarıyormuş. O yaprakların üzerinde yürürken Buda son derece mutluymuş... Kuru yaprakların müziği.

Eline birkaç yaprak almış. Ananda ona sormuş, "Bhagwan, hep bir şey sormak istedim, ama yalnız kalmak çok güç. Sen hep insanlarla çevrilisin. Bugün ormanda yalnızsın ve ben bu fırsata direnemeyeceğim. Sana şunu sormak istiyorum: Bize her şeyi söyledin mi, yoksa bazı şeyleri sır olarak mı sakladın?"

Buda demiş ki, "Elimdeki yaprakları görüyor musun? Ormandaki tüm yaprakları görüyor musun?"

Ananda demiş ki, "Evet, görüyorum, ama anlamıyorum..."

Buda demiş ki, "Anlayacaksın. Bu kadarını söyledim ve ormandaki bunca yaprağın sırrını sakladım."

Benim durumum farklı. Ben tüm ormanı söyledim; yalnızca tek bir şeyi sakladım, tek bir yaprağı.

Buda ölümünden önce yirmi beş yüzyıl sonra tekrar geleceğini ve adının Maitreya(1) olacağını söylemiş. Maitreya "dost" anlamına gelir. Budalar geri dönmez; hiçbir aydınlanmış insan geri dönmez, bu yalnızca söylemenin bir yoludur...

Onun söylediği şey muazzam öneme sahiptir. Geri dönüşü ile hiç ilgisi yoktur; o geri dönemez. Onun demek istediği, usta ile mürit arasındaki kadim ilişkinin yirmi beş yüzyıl sonra anlamsız olacağıdır. Bu onun algı yeteneğinin berraklığı idi -hiçbir şey öngörmüyordu- yalnızca her şeyin değiştiğini, geçmişte değiştiği gibi gelecekte de değişeceğini, usta mürit ilişkisinin modasının geçmesi için en az yirmi beş yüzyıl geçmesi gerekeceğini görebiliyordu. Sonra aydınlanmış usta yalnızca bir dost olacaktı.

Ben hep hiç kimsenin ustası olmamayı istedim. Ama insanlar bir usta istiyor, mürit olmak istiyorlar; bu yüzden o rolü oynadım.

USTALAR HAKİKATİ SÖYLEMEZ! İSTESELER DE yapamazlar. O zaman işlevleri nedir? Ne yapar dururlar? Hakikati söyleyemezler, ama içinde derin uykuda olan hakikati çağırabilirler. Onu kışkırtabilir, ona meydan okuyabilirler. Seni sarsabilir, uyandırabilirler. Sana Tanrı, gerçek, nirvana vermezler, çünkü onlar başta senin içindedir. Onunla doğarsın. Bu kalıtsaldır, esastır. Bu senin doğandır. Bu yüzden sana hakikati verdiğini söyleyen herkes aptallığından, saflığından faydalanmaktadır. Kurnazdır, kurnaz ve aynı zamanda son derece cahil. Hiçbir şey bilmez; hakikate kısa bir bakış bile atmamıştır. O sahte ustadır.

Hakikat verilemez; o zaten içindedir. Çağrılabilir, kışkırtılabilir. Bir bağlam yaratılabilir, içinde yükseldiği belirli bir boşluk yaratılabilir ve artık uyumamaktadır, uyanmıştır.

Ustanın işlevi düşündüğünden çok daha karmaşıktır. Hakikat aktarılabilir olsaydı çok daha kolay ve basit olurdu. Ama aktarılamaz; bu yüzden dolaylı yollar ve yöntemler tertiplenmelidir.

Yeni Ahit'te o güzel Lazarus hikâyesi vardır. Hıristiyanlar hikâyenin asıl anlamını kaçırmıştır. İsa o kadar talihsizdir ki yanlış yoldaşların arasına düşmüştür. Tek bir Hıristiyan teolog Lazarus hikâyesinin anlamını, ölümünü ve dirilmesini keşfedememiştir.

Lazarus ölür. O Mary Magdalene'in ve Martha'nın kardeşi, İsa'ya çok bağlı biridir. İsa uzaktadır; bilgiyi ve daveti -"Hemen gel"- alana kadar iki gün geçer. Ve Lazarus'un evine ulaşana kadar dört gün geçer. Ama Mary ve Martha onu beklemektedir; ona öylesine güvenmektedirler. Tüm köy onlara gülmektedir. Başkalarının gözünde aptallık ediyorlardır, çünkü cesedi bir mağarada saklamaktadırlar; gece gündüz nöbet tutmakta, cesedi korumaktadırlar. Ceset kokmaya başlamıştır bile; çürümektedir.

Köy halkı, "Siz aptalsınız! İsa hiçbir şey yapamaz. Biri öldüğü zaman, ölmüştür!" der.

İsa gelir. Mağaraya gider -içeri girmez- dışarıda durur ve Lazarus'u yanına çağırır. İnsanlar toplanmıştır. Gülmüş olmalılar: "Bu adam deli galiba!"

Biri ona der ki, "Ne yapıyorsun? O öldü! Öleli dört gün oldu. Aslında, mağaraya girmek güç; ceset kokuyor. Bu imkânsız! Kimi çağırıyorsun?"

Ama İsa aldırmadan tekrar tekrar bağırır, "Lazarus, dışarı gel!"

Ve kalabalık hayretler içinde kalır: Lazarus yürüyerek mağaradan çıkar; sarsılmış, şok geçirmiştir, sanki büyük bir uykudan uyanmış, komaya girmiştir. Olan bitene, neden mağarada olduğuna kendisi bile inanamaz.

Aslında bu, ustanın işlevinin ne olduğunu söylemenin bir yoludur sadece. Asıl konu Lazarus'un gerçekten ölüp ölmemesi değil. Asıl konu İsa'nın ölüleri diriltip diriltmemesi değil. Bu aptalca sorulara bulaşmak saçma. Yalnızca âlimler o kadar aptal olabilir. Anlayış sahibi hiçbir adam bunun tarihi bir şey olduğunu düşünmez. Çok daha fazlasıdır! Bu bir gerçek değildir, bir hakikattir. Bu, zaman içinde olan bir şey değildir, daha fazlasıdır, sonsuzlukta olan bir şeydir...

Ölüsün. Lazarus ile aynı durumdasın. Karanlık mağaranda yaşıyorsun. Leş gibi kokuyor, çürüyorsun... Çünkü ölüm aniden bir gün gelen bir şey değildir. Her gün ölmektesin; doğduğun günden beri ölüyorsun. Bu uzun bir süreçtir; tamamlanması yetmiş, seksen, doksan yıl alır. Her an içinde bir şey ölür, ama durumdan tamamen habersizsin. Canlıymışsın gibi yaşamaya devam edersin; yaşamın ne olduğunu biliyormuş gibi yaşamaya devam edersin.

Ustanın işlevi seni çağırmaktır: "Lazarus, mağaradan çık! Mezarından çık! Ölümden dön!"

Usta sana hakikati veremez, ama hakikate çağırabilir. İçinde bir şeyi harekete geçirebilir. Bir ateş yakacak süreç başlatabilir. Gerçek sensin; yalnızca çevrende çok fazla toz birikmiştir. Ustanın işlevi olumsuzdur: Seni yıkaması gerekir, böylece toz yok olur.

Hıristiyan vaftizinin gerçek anlamı budur. Vaftizci Yuhanna'nın Ürdün Irmağı'nda yaptığı şey budur. Ama insanlar yanlış anlamaya devam ederler. Bugün vaftiz kiliselerde de yapılır; anlamsızdır. Vaftizci Yuhanna insanları içsel banyoya hazırlıyordu. Hazır olduklarında onları simgesel olarak Ürdün Irmağı'na götürüyordu. Ürdün Irmağı'ndaki banyo simgeseldi, ustanın seni yıkayabileceğini simgeliyordu. Yüzyılların tozunu senden temizleyebileceğini simgeliyordu. Ve sonra aniden her şey berraklaşır, her şey berrak olur. O berraklık aydınlanmadır.

Büyük Zen ustası Daie şöyle der, "Bilgelerin, azizlerin, ustaların tüm öğretileri şundan çok çok fazlasını açıklamamıştır: Aniden, Ah, işte! diye bağırışınız üzerine yorumlardır."

Aniden berraklaştığın zaman, içinde büyük bir coşku, bir sevinç yükselir ve tüm benliğin, bedenindeki her lif, zihnin, ruhun dans eder ve, "Ah, işte! Haleluya!" dersin -benliğinden büyük bir coşku haykırışı yükselir- aydınlanma budur.

Auden(2) der ki:

Çatıdaki kirişlerden yıldız yağana dek dans et!

Dans et, dans et, yere yıkılana kadar dans et!

Evet, bu olur. Yapmak zorunda olduğun bir şey değildir bu. Yapmak istemesen bile bunu imkânsız bulacağın bir şeydir; direnmeyi imkânsız bulursun. Dans etmek zorunda kalırsın.

Bunun güzelliği, şimdinin güzelliği, varoluşun olmasının ve yakınlığının coşkusu... Evet, çatı kirişlerinden yıldız yağar. O kadar yakındırlar ki onlara dokunabilirsin; onları ellerinde tutabilirsin.

Daie haklı. Diyor ki: "Bilgelerin tüm öğretileri, aniden, Ah, işte! diye haykırmanız üzerine yorumlardan başka bir şey değildir."

Tüm yürek, "Aha!" der ve takip eden sessizlik, huzur, coşku, karşılaşma, birleşme, orgazmik deneyim, kendinden geçiş...

Ustalar gerçeği öğretmez; onu öğretmenin yolu yoktur. Bu yazmaların, sözcüklerin ötesinde bir aktarımdır. Bu içindeki enerjiyi kışkırtan enerjidir. Bu bir tür eşzamanlılıktır.

Usta bir ego olarak kaybolmuştur; o saf coşkudur. Ve mürit ustanın yanında oturur, yavaş yavaş coşkusuna, benliğine ortak olur. O sonsuz, tükenmez kaynaktan yemek ve içmek: Aes Dhammo Sanantano. Bir gün -ve insan o günün ne zaman geleceğini öngöremez; tahmin edilemezdir- aniden olur. İçinde benliğinin hakikatini sana gösteren bir süreç başlamıştır. Kendinle yüz yüze gelirsin. Tanrı başka bir yerde değildir, şimdidedir, buradadır.

Ustaya büyük bir sevgi, büyük bir güven, açık bir yürekle yaklaşmalısın. Sen kim olduğunun farkında değilsin. O kim olduğunun farkındadır, senin kim olduğunun farkındadır. Tırtılın kelebek olacağının farkında olmadığı söylenebilir. Sen tırtılsın, bodhisattva'sın ve tüm bodhisattvalar tırtıldır. Bir bodhisattva, kelebek olabilen, Buda olabilen, tohumunda, özünde Buda olan demektir. Ama tırtıl kelebek olacağının nasıl farkına varabilir? Tek yol kelebeklerle iletişim kurmak, kelebeklerin rüzgârda, güneş altında hareketlerini izlemektir. Onların yükselmelerini, bir çiçekten diğerine gitmelerini, güzelliklerini, renklerini izlemektir, sonra belki tırtılda derin bir arzu, bir özlem yükselir: "Ben de öyle olabilir miyim?" O anda tırtıl uyanmaya başlamıştır, bir süreç başlamıştır.

Usta-mürit ilişkisi tırtıl ile kelebek arasındaki ilişki, tırtıl ile kelebek arasındaki dostluk gibidir. Kelebek tırtıla kelebek olacağını kanıtlayamaz; bunun mantıklı bir yolu yoktur. Ama kelebek tırtılda bir özlem yaratabilir, bu mümkündür.

Usta senin kendi deneyimlerine ulaşmana yardımcı olur. Sana Vedaları, Kur'an'ı, İncil'i vermez; seni kendi içine atar. Kendi içsel kaynaklarının farkına varmanı sağlar. Kendi sıvının, kendi tanrısallığının farkına varmanı sağlar. Seni yazmalardan kurtarır. Seni başkalarının yorumlarından kurtarır. Seni her tür inançtan kurtarır. Seni her tür spekülasyondan, her tür tahminden kurtarır. Seni felsefeden, dinden, teolojiden kurtarır. Seni kısaca, sözcükler dünyasından kurtarır; çünkü sorun sözcüktür.

Sevgi sözcüğüne o kadar takıntılı olursun ki, sevginin bir sözcük değil, bir deneyim olduğunu unutursun. Tanrı sözcüğüne o kadar takıntılı olursun ki, Tanrı'nın bir sözcük değil, bir deneyim olduğunu unutursun. Tanrı sözcüğü Tanrı değildir, ateş sözcüğü ateş değildir, sevgi sözcüğü de sevgi değildir.

Usta seni sözcüklerden kurtarır, her tür hayali felsefeden kurtarır. Seni bir sözsüz sessizlik durumuna getirir.

Dinin ve felsefenin başarısızlığı, her birinin gerçek deneyimin yerine konan şeyler olmasındadır. Buna karşı dikkatli olun!

USTA BİR DOKTORDUR, SENİN SIRADAN HASTALIKLARININ değil, varoluşçu çelişkilerinin doktoru.

İşte bu yüzden iki cephede savaştım. Eski geleneklerle, eski dinlerle, eski tutuculuklarla savaşmam gerekiyor, çünkü onlar senin sağlıklı ve eksiksiz olmana asla izin vermiyor. Seni sakat ediyorlar. Ne kadar sakat olursan, o kadar büyük bir aziz olursun. Bu yüzden bir yandan, seni bölen her tür düşünce tarzı ve teoloji ile savaşmam gerekiyor.

İkinci olarak, senin içsel benliğinin büyümesi üzerinde çalışmam gerekiyor.

İkisi de aynı sürecin parçası: Seni nasıl bütün bir insan yapacağım, senin bütün olmanı engelleyen onca çöpü nasıl yok edeceğim, bu, işin olumsuz yanı. Ve olumlu kısmı, seni meditasyon, sessizlik, sevgi, coşku, huzur ile nasıl alev alev yapacağım. Öğretimin olumlu kısmı bu.

Olumlu kısımda sorun yok; insanlara meditasyon, huzur, sevgi, sessizlik öğreterek dünyayı dolaşabilirdim ve kimse bana karşı çıkmazdı.

Ama kimseye faydam olmazdı, çünkü kim onca çöpü yok edecek? Ve ilk önce çöpün yok edilmesi gerek, yolu tıkıyor.

BİLGE ADAM SENİN YALNIZCA HER ŞEYİN İÇYÜZÜNÜ anlamanı ister, böylece kendi ışığına sahip olursun. Ama sen içyüzünü anlamak istemiyorsun, açık seçik talimatlar istiyorsun. Sen kendini görmek istemiyorsun, rehberlik edilmek istiyorsun. Kendinle ilgili sorumluluğu kabul etmek istemiyorsun, tüm sorumluluğu ustanın omuzlarına, bilge adamın omuzlarına yıkmak istiyorsun. O zaman kendini rahat hissediyorsun. Artık sorumlu odur; yolunda gitmeyen bir şey olursa, sorumlu odur. Ve hiçbir şey yolunda gitmeyecektir, çünkü sen sorumluluğu almadığın sürece hiçbir şey yolunda olmayacaktır.

Kendin dışında hiç kimse seni doğru yola sokamaz.

Kendinin sorumluluğunu üstlendiğin an, "Ben her ne isem, bu benim seçimim, geçmişin değil şu anın. Şu anda, benim seçimim ve onu değiştirmek istersem, değiştirme konusunda kesinlikle özgürüm. Kimse beni engelleyemez; hiçbir sosyal güç, hiçbir devlet, tarih, ekonomi, bilinçsizlik beni engelleyemez. Onu değiştirmeye kararlıysam, değiştirebilirim." dediğin an gerçekten dindar biri doğar.

ÇOCUKLUĞUNUN İLK YILLARINDAN İTİBAREN SANA sorumlu olmamak öğretilir. Bağımlı olmak öğretilir. Babana, annene, ailene, anayurduna, her tür saçmalığa karşı sorumlu olmak öğretilir. Ama sana kendine karşı sorumlu olman, senin sorumluluğunu alacak kimse olmadığı öğretilmez...

Ben sana kimseye karşı sorumlu olmamayı öğretiyorum. Babaya, anneye, ülkeye, dine, parti çizgisine, kimseye karşı sorumlu olma. Değilsin!

Yalnızca kendine karşı sorumlu ol. Ne yapmayı canın isterse onu yap. Yanlışsa, ceza hemen ardından gelecektir. Doğruysa, ödül hemen ardından gelecektir; başka yolu yoktur. Bu şekilde, neyin yanlış, neyin doğru olduğunu kendi kendine öğreneceksin. Yeni bir duyarlılık geliştireceksin, Hintliler buna üçüncü göz der. Yeni bir bakış açısı ile, yeni bir göz ile görmeye başlayacaksın. Neyin yanlış olduğunu hemen anlayacaksın, çünkü geçmişte defalarca onu yaptın ve sonuçlarının acısını çektin. Neyin doğru olduğunu anlayacaksın, çünkü onu yaptığın her seferinde varoluş büyük nimetlerini üstüne yağdırdı. Sebep ve sonuç birliktedir, yıllar ve ömürlerle ayrılmış değildir...

Kendine karşı sorumlu olmak derken bunu kastediyorum. Sorumluluğunu atabileceğin bir Tanrı yok, ama sen hep onu birine atmaya uğraşıyorsun, hatta, devamlı hiçbir şey, hiç kimse için sorumlu olmadığını söyleyen benim gibi zavallı bir adama. Yine de, bir şekilde, içinde, derinliklerde, şaka yapıyor olmam gerektiği yanılsamasını taşımaya devam diyorsun. Ben şaka yapmıyorum. "O benim ustam!" diye düşünüyor olmalısın. "Sorumlu olmadığını nasıl söyleyebilir?" Ama anlamıyorsun. Sorumluluğunu bana atarsan geri zekâlı, çocuksu kalırsın. Asla büyümezsin.

Büyümenin tek yolu tüm iyi, kötü, coşkulu, hüzünlü şeyleri kabullenmektir. Sana olan her şeyin sorumlusu sensin. Bu sana büyük özgürlük verir.

Eğer ben bir şeyin sorumlusu isem, o zaman eylemlerinin anahtarı benim ellerimdedir. O zaman sen benim kölemsin. O zaman bir kuklasın ve ipler benim elimdedir. Dans et, dediğim zaman dans edersin; dur, dediğim zaman durursun. Elbette, kukla hiçbir şeyin sorumlusu olamaz. Sorumlu her zaman perdenin arkasındaki kuklacıdır. Tanrı büyük kuklacıdır.

Kuklacı, Tanrı, aziz yok, bunların hepsi saçmalık dediğim zaman sana eksiksiz özgürlük vermeye çalışıyorum. Seni, başına gelen ve gelmeyen her şeyin mutlak sorumlusu kılıyorum. Bu özgürlüğe sevin. Yaşamındaki her şeyin sorumlusu olduğuna dair bu büyük anlayışa sevin. Bu seni benim birey dediğim şey yapacak. Ve birey olmak, bilmeye değer her şeyi bilmek, yaşamaya değer her şeyi yaşamak demektir. Birey olmak özgürleşmek, aydınlanmaktır.

SANNYAS HAREKETİ BENİM DEĞİLDİR. SENİN DE değildir. Ben burada yokken vardı, ben gittikten sonra da olacak. Sannyas hareketi basitçe, hakikati arayanların hareketi demektir. Onlar hep oradaydı. Elbette, onlara hep cahil kitleler tarafından eziyet edildi: Öldürüldüler, katledildiler, çarmıha gerildiler ya da tapınıldılar. Unutma: Tapınsan da, çarmıha da gersen aynıdır; ikisi de o insanlardan kurtulmanın yollarıdır. Tapınmak daha kültürlü bir harekettir. Deriz ki, "Sen Tanrı'nın enkarnasyonusun, sana tapınacağız. Ama senin söylediklerini yapmayacağız. Nasıl yapabiliriz? Biz sıradan insanlarız, sen ise sıra dışısın. Ya Tanrı'nın gönderdiği bir peygambersin, mesihsin ya da Tanrı'nın tek doğurulmuş oğlu ya da Tanrı'nın enkarnasyonusun. Sen mucizeler yaratabilirsin."

Hepimiz yalnızca tek bir sebepten her tür mucize yarattık: Hakikati arayan insanlarla onu nihai olarak bulmuş insanlar arasında bir mesafe yaratmak için. Onlarla gitmeye hazır değiliz.

Her zaman gerçeği arayanlar olmuştur... Ben onlara sannyas diyorum. Bu ebedi ve ezelidir. Benimle ilgisi yoktur.

Ona milyonlarca insanın katkısı oldu. Ben de kendi payıma katkıda bulundum. O gittikçe zenginleşmeye devam edecek. Ben gittiğim zaman gelip onu zenginleştirecek daha fazla insan olacak. Eski sannyas ciddiydi; ben ona mizah duygusu ile katkıda bulundum. Eski sannyas hüzünlüydü; ben ona şarkıyla, dansla, kahkahayla katkıda bulundum... Onu daha insanca kıldım.

Eski sannyas bir şekilde yaşama karşı olumsuzdu. Ben onu daha yaşam olumlayıcı kıldım. Ama o aynı sannyas. Aynı arayış. Ben onu daha zengin kıldım, onu daha toprağa basar kıldım, çünkü benim öğretim şu: "Dünyada olun, ama dünyadan olmayın."

Dünyadan vazgeçmenin gereği yok. Yalnızca korkaklar ondan vazgeçer. Dünyada yaşa, o deneyimi yaşa. O bir okuldur. Himalayalarda büyüyemezsin, yalnızca dünyada büyüyebilirsin.

Her adım bir sınavdır. Her adımda bir sınavdan geçiyorsun. Yaşam bir fırsattır.

Ben gideceğim. Bu sannyas hareketinin gideceği anlamına gelmez. O kimseye ait değildir.

Nasıl bilim Albert Einstein'a ait değilse, hakikat arayışı neden birilerine ait olsun ki? Gautama Buda'ya? J. Krishnamurti'ye? Ya da bana? Ya da sana?

Nasıl bilim büyümeye devam ediyor, her bilim dehası ona katkıda bulunuyor, Ganj gittikçe büyüyor, genişliyor, okyanus gibi oluyorsa, aynı şekilde içsel dünyanın da bilime ihtiyacı vardır. Nesnel dünyanın bilimi vardır. İçsel dünyanın bir bilime ihtiyacı vardır ve ben sannyas'a içsel dünyanın bilimi diyorum. Büyüyor, çünkü insanlığın bağımlılığına, cahilliğine, batıl inançlarına -sözde dinlere, kiliselere, rahiplere, papalara, şankaraçaryalara karşı çıkıyor- bunlar içsel arayışın düşmanlarıdır, çünkü içsel arayışın organizasyona ihtiyacı yoktur.

Sannyas hareketi bir organizasyon değildir, işte bu yüzden ona "hareket" diyorum. İnsanlar katılıyor. Ben yalnız başladım ve sonra insanlar gelip bana katılmaya başladı, kervan gittikçe büyüdü. Ama bu bir organizasyon değil, ben kimsenin önderi değilim. Kimse beni takip etmek zorunda değil. Mutluluğumu, sevgimi, kendimden geçmişliğimi paylaşmama izin verdiğin için sana minnettarım. Sana minnettarım. Kimse benim takipçim değil, kimse aşağıda değil. Hiyerarşi yok. Bu bir din değil, saf dindarlık, öz. Bir çiçek değil, yalnızca bir koku; onu yakalayamazsın. O deneyimi yaşayabilirsin, parfümle çevrelenebilirsin, ama onu yakalayamazsın.

Dinler İncil'lerde, Gita'larda bulabileceğin ölü çiçekler gibidir... İncil'in içine konduğu zaman yaşıyorlardı, güzel kokuluydular, ama artık yalnızca birer cesetler. Tüm kutsal kitaplar cesettir, ölü çiçekler, başka bir şey değil.

Gerçek, yaşayan gerçek her birey tarafından, kendi kendine keşfedilmelidir. Kimse onu sana veremez.

Evet, onu başaran biri içinde bir susuzluk, muazzam bir arzu tetikleyebilir. Ben sana gerçeği veremem, ama sana o arzuyu verebilirim.

Ben sana gerçeği veremem, ama sana ayı gösterebilirim... Lütfen aya işaret eden parmağa bağlanma. Bu parmak yok olacak. Ay kalacak ve arayış devam edecek.

Yeryüzünde tek bir insan kaldığı sürece, sannyas'ın çiçekleri açmaya devam edecek.


--------------------------------------------------------------------------------

(1) Maitreya: Geleceğin Budası. Budacılığın iki büyük mezhebinden biri olan Mahayana öğretisinin çoğalttığı Buda'lardan biridir. Dünyanın sonunda, Tuşita'ların göğünden inecek ve dünyayı yeniden kurarak kurtaracaktır. (Ed. n.)

(2) Wystan Hugh Auden: Amerikan uyruklu İngiliz şairi ve oyun yazarı. Sosyal eşitsizliği protesto etmek için, içlerinde Stephen Spender ve Christopher Isherwood'un da bulunduğu bir yazarlar grubunun başına geçti (1930-1933) 1939'da Amerika Birleşik Devletleri'ne yerleşti. (Ed. n.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder