Otuz beş yıldır devamlı amaçsızca konuşup duruyorum. Bu kadar çok konuşmadan sonra bir cumhurbaşkanı, bir başbakan olabilirdim; sorun olmazdı. Bu kadar çok konuşmadan sonra her şeyi yapabilirdim. Ne kazandım?
Ama başta kazanç amaçlamadım, zevk aldım. Bu benim resmimdi, bu benim şarkımdı, bu benim şiirimdi. Konuştuğum ve katılımı hissettiğim o anlarda, gözlerinin alevlendiğini gördüğüm o anlarda, konuyu anladığını gördüğüm o anlarda bana öyle muazzam bir coşku veriyordun ki, buna herhangi bir şeyin eklenebileceğini sanmıyorum.
YAŞAMIŞ VE ÖLMÜŞ BİNLERCE AYDINLANMIŞ İNSANI bilmezsin, çünkü sıradan insanlara görünür olmak için özel yetenekleri yoktu. Benzersiz bir şeyleri olmuş olabilir; örneğin o muazzam sessiz olma niteliğine sahip olmuş olabilirler, ama bu fazla fark edilmezdi.
Ben Bombay'dayken orada olan aydınlanmış bir adam biliyorum ve tek yeteneği kumdan güzel heykeller yapmaktı. Hiç o kadar güzel heykeller görmemiştim. Bütün gün kumsalda onları yapardı ve onları görüp şaşırmak için binlerce insan gelirdi. Gautama Buda'nın heykellerini, Krişna'nın, Mahavira'nın heykellerini görmüşlerdi, ama karşılaştırmak imkânsızdı. Ve adam mermerle çalışmıyordu, yalnızca deniz kumu ile çalışıyordu. İnsanlar rupi banknotları atardı; ama o hiç ilgilenmezdi. Başkalarının paraları aldığını görmüştü; bununla da ilgilenmezdi. O heykelleri yapmaya o kadar dalardı. Ama o heykeller dayanmazdı. Bir okyanus dalgası gelirdi ve Buda yok olurdu.
Aydınlanmasından önce hayatını o şekilde kazanıyordu, bir şehirden diğerine gidiyor, kumdan heykeller yapıyordu. Ve heykeller o kadar güzeldi ki, ona bir şey vermemek imkânsızdı. Çok kazandı, bir adama yetecek kadar.
Artık aydınlanmıştı, ama tek bir yeteneği vardı, kumdan heykeller yapmak. Elbette aydınlanmaya işaret eden heykeller yapacak, verebildiği tek sunu bu. Varoluş bunu kullanacaktır. Heykelleri daha çok meditasyona sevk eder niteliktedir. Sırf o kumdan heykellerin yanında otururken bile heykele belli bir orantı, belli bir şekil, içinde bir şey yaratan belli bir yüz verdiğini hissedebilirsin.
Ona sordum, "Neden Gautama Buda ve Mahavira yapıp duruyorsun? Daha fazla para kazanabilirsin, çünkü bu ülke Budist değil ve Jainalar pek az. Rama yapabilirsin, Krişna yapabilirsin."
Ama o şöyle dedi: "Onlar amaca hizmet etmez; aya işaret etmez. Yalnızca güzel heykeller olur -ben tüm o heykelleri daha önce yaptım- ama artık milyonlarca insan için, neredeyse herkes için görülmez olsa da, yalnızca öğretici heykeller yapabilirim."
Kalıcı olarak Bombay'da yaşamaya gittiğim zaman ölmüştü, ama ondan önce ne zaman oraya gitsem, onu ziyaret ederdim. O zamanlar Juhu Kumsalı'nda çalışırdı. Orası tüm gün sessiz olur, insanlar ancak akşam gelir ve o zamana kadar heykeli hazır oluyordu. Bütün gün rahatsız edilmiyordu.
Ona şöyle dedim, "Heykel yapabiliyorsun, neden mermerle çalışmıyorsun? Onlar sonsuza dek kalır."
"Hiçbir şey kalıcı değildir." dedi. Bu, Buda'dan alıntıdır. "Ve bu heykeller Gautama Buda'yı herhangi bir mermer heykelden daha iyi temsil ediyor. Mermer bir heykelin kuşkusuz belli bir kalıcılığı olur ve bu heykeller anlıktır: Güçlü bir rüzgâr çıkarsa yok olurlar, bir okyanus dalgası gelirse yok olurlar. Bir çocuk koşarak gelip heykele takılırsa yok olur."
Dedim ki, "Bütün gün çalıştıktan sonra ve heykel tamamlanmak üzereyken bir şey olursa, bütün günün çalışması boşa giderse üzülmüyor musun?"
"Hayır." dedi. "Varoluşun tümü anlıktır; hayal kırıklığı söz konusu değildir. Onu yapmaktan zevk aldım ve bir okyanus dalgası onu yıkmaktan zevk alırsa, o zaman ikimiz de zevk almışız demektir! Ben yaparken, dalga yıkarken. Bu yüzden varoluşta iki kat fazla coşku olur. Neden hayal kırıklığına uğrayayım? Dalga'nın kum üzerinde benim kadar gücü var; belki daha fazla."
Ben onunla konuşurken şöyle dedi, "Sen biraz tuhafsın, Çünkü kimse benimle konuşmaz. İnsanlar yalnızca rupiler atar. Heykelden zevk alırlar, ama kimse benden zevk almaz. Ama sen geldiğin zaman, benden zevk alan, yalnızca heykelle değil onun içsel anlamı ile, onu neden yaptığım ile ilgilenen biri olduğu için kendimi öylesine mutlu hissediyorum. Başka hiçbir şey yapamazdım. Tüm yaşamım boyunca heykel yaptım; bildiğim tek sanat bu. Ve artık varoluşa teslim oldum; artık varoluş beni kullanabilir."
Bu insanlar tanınmadan kalacaktır. Bir dansçı bir buda olabilir, bir şarkıcı bir buda olabilir, ama bu insanlar tanınmadan kalacaktır, çünkü yaptıklarını yapma tarzları bir öğreti olamaz. İnsanların gerçekten uykularından sıyrılmalarına yardım edemez. Ama ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlar; ne yapıyorlarsa, yapıyorlar.
Usta olan pek az insan pek çok yaşamlarında belli bir açık ifade yeteneği, sözcükler, dil, sözcüklerin tınısı, dilin simetrisi ve şiirselliği hakkında belli bir görüş edinmişlerdir. Bu tamamen farklı bir şeydir. Bu dilbilim ya da dilbilgisi sorunu değildir, daha çok sıradan dilde sıra dışı bir müzik bulma, sıradan düzyazıdan büyük bir şiirsellik yaratma sorunudur. Sözcüklerin ötesine gidebilmen için sözcüklerle nasıl oynayacaklarını bilirler.
Usta olmayı seçtiklerinden değil ve varoluş onları usta olarak seçtiğinden değil. Bu yalnızca tesadüftür: Aydınlanmadan önce büyük öğretmenlerdi ve aydınlanma sayesinde büyük ustalar olmuşlardır. Artık öğretilerini ustalığa çevirebilirler. En güç kısım kesinlikle budur.
Sessiz kalanlar ve huzur içinde, kimse onları tanımadan yok olanların kolay bir yolu vardır, ama benim gibi bir adamın kolay bir yolu olamaz. Ben öğretmenken kolay değildir, usta iken nasıl kolay olabilir? Güç olmak zorundadır.
SORU HERKESİN AKLINA GELİYOR, BENİM BİRAZ tuhaf konuştuğum sorusu. Dünyadaki hiçbir konuşmacı benim gibi konuşmaz. Teknik olarak yanlış; neredeyse iki kat fazla zaman alıyor! Ama o konuşmacıların farklı bir amacı var, benim amacım onlarınkinden tamamen farklı. Onlar konuşuyor, çünkü bunun için hazırlanmışlar; yalnızca daha önce prova yaptıkları bir şeyi tekrarlıyorlar. İkinci olarak, sana belirli bir ideolojiyi, belirli bir fikri empoze etmek için konuşuyorlar. Üçüncü olarak, onlar için konuşmak bir sanat. Onu arıttıkça arıtıyorlar.
Beni ilgilendirdiği kadarıyla, ben insanların konuşmacı ya da hatip dediklerinden değilim. Bu benim için bir sanat ya da teknik değil; teknik olarak gün be gün kötüleşiyorum! Ama amaçlarımız tamamen farklı. Seni kullanmak için etkilemek istemiyorum. İkna yolu ile erişilecek bir amaç için konuşmuyorum. Seni bir Hıristiyan'a, bir Hindu'ya, bir Müslüman'a, bir teiste ya da ateiste çevirmek için konuşmuyorum, endişem bu değil.
Benim konuşmam gerçekte benim meditasyon araçlarımdan biri. Konuşma hiç bu şekilde kullanılmadı: Sana mesaj vermek için değil, zihninin işlev göstermesini engellemek için konuşuyorum.
Hazırlıklı olarak hiçbir şey söylemiyorum, bir sonraki sözcüğümün ne olacağını bilmiyorum; bu yüzden hiç hata yapmıyorum. İnsan ancak hazırlıklıysa hata yapabilir. Ben hiçbir şeyi unutmuyorum, çünkü ancak hatırlayan biri unutur. Bu yüzden belki de kimsenin konuşmadığı kadar özgürce konuşuyorum.
Tutarlı olup olmamakla ilgilenmiyorum, çünkü amaç bu değil. Konuşarak seni ikna etmek, yönlendirmek isteyen biri tutarlı olmalıdır, mantıklı olmalıdır, rasyonel olmalıdır, senin mantığına hâkim olmak zorundadır. Sözcükler aracılığı ile sana hâkim olmak ister.
Dale Carnegie'nin en ünlü kitaplarından biri, bir sanat olarak konuşmak ve insanları etkilemek üzerinedir(1) -satış sıralamasında İncil'den sonra gelir- ama ben onun sınavlarında başarısız olurum. O, Amerika'da misyonerleri, profesörleri ve hatipleri eğitmek için bir kurs düzenledi. Ben her durumda başarısız olurum. İlk önce, seni döndürme motivasyonum yok; seni etkileme arzum yok. Ve dün ne dediğimi hatırlamıyorum, bu yüzden tutarlı olmak için endişelenemem, endişelenecek çok şey var demek bu. Kolaylıkla kendimle çelişkiye düşerim, çünkü ben senin entelektüel, rasyonel zihninle iletişim kurmaya çalışmıyorum.
Benim amacım benzersizdir. Ben sözcükleri yalnızca sessiz boşluklar yaratmak için kullanıyorum. Sözcükler önemli değil, bu yüzden herhangi bir çelişkili şey, herhangi bir saçma şey, herhangi bir ilişkisiz şey söyleyebilirim, çünkü benim amacım boşluk yaratmak. Sözcükler ikincil önemde; sözcüklerin arasındaki sessizlikler önemli. Bu sana meditasyon hakkında fikir verecek küçük bir araç. Ve bir kez senin için mümkün olduğunu bilirsen, kendi benliğinin yönünde uzun yol kat etmişsin demektir.
Dünyadaki çok insan zihnin sessiz olmasının mümkün olmadığını düşünür. Mümkün olmadığını düşündüklerinden denemezler. Benim temel konuşma sebebim, insanlara meditasyonun lezzetini nasıl tattıracağım idi, bu yüzden sonsuza dek konuşmaya devam edebilirim. Ne söylediğimin önemi yoktur. Önemli olan tek şey sana sessiz olmak için birkaç şans vermemdir, sen başlangıçta yalnızken bunu güç bulursun.
Seni sessiz olmaya zorlayamam, ama sana aynı anda sessiz olacağın bir araç yaratabilirim. Ben konuşuyorum ve bir cümlenin ortasındayım, sen bir başka sözcüğün takip edeceğini düşünürsün, hiçbir şey gelmez, yalnızca sessiz bir boşluk. Ve zihnin dinlemeye yönelmiştir, bir şeyin takip etmesini beklemektedir, onu kaçırmak istemez, doğal olarak sessiz olur. Zavallı zihin ne yapabilir? Hangi noktalarda sessiz kalacağım bilinseydi, sana şu şu noktalarda sessiz olacağım bildirilseydi, o zaman düşünmeyi becerebilirdin, sessiz olmazdın. O zaman bilirdin: "Sessiz olacağı nokta bu, şimdi kendi kendime biraz gevezelik edebilirim." Ama kesinlikle beklenmedik bir şekilde geldiği için... Ben bile neden belli noktalarda durduğumu bilmiyorum.
Böyle biri, dünyadaki herhangi bir hatip kınanırdı. Çünkü bir hatibin tekrar tekrar durması hazırlıklı olmadığı anlamına gelir, ev ödevini yapmamıştır. Hafızasının güvenilir olmadığı, bazen kullanacağı sözcüğü bulamadığı anlamına gelir. Ama bu bir hitabet olmadığı için, ben beni kınayacak insanlar için endişelenmiyorum, ben senin için endişeleniyorum.
Ve bu yalnızca burada değil, ama uzaklarda... Dünyadaki her yerde, insanların video ya da teyp dinledikleri yerde, aynı sessizliğe gelecekler. Başarım seni ikna etmekte değil, başarım sana gerçek bir lezzet vermekte, böylece meditasyonun hayali bir şey olmadığına, zihinsizlik durumunun yalnızca felsefi bir fikir olmadığına, bir gerçeklik olduğuna güvenirsin; bunu başarabileceğine, özel şartlar gerektirmediğine güvenirsin.
Bir günahkâr olabilirsin, bir aziz olabilirsin, fark etmez. Günahkâr sessiz olabilirse, aziz ile aynı bilince ulaşacaktır.
Varoluş dinlerin sana öğrettiği kadar cimri değildir. Varoluş KGB ya da FBI gibi değildir, ne yaptığını görmek için, karınla mı, yoksa bir başkasının karısıyla mı sinemaya gittiğini görmek için seni izlemez. Varoluş bununla hiç ilgilenmez. Karın olup olmaması sorunu yalnızca insanların yarattığı bir sorundur. Varoluşta, evlilik diye bir şey yoktur. Para çalsan, bir başkasının kasasından ya da kendi kasandan alsan, varoluş aradaki farkı göremez. Sen kasadan para alıyorsundur -bu bir gerçektir- ama kasa kime ait, bu varoluşu kesinlikle ilgilendirmez.
Bir kez George Bernard Shaw'a sormuşlar, "Bir insan yaşamını tembelce, ellerini cebine sokup keyif alarak yaşayabilir mi?" George Bernard Shaw demiş ki, "Evet, eğer cepler bir başkasına aitse!"
Ellerini kendi ceplerinden çıkarmazsan hayatta kalamazsın! Ve gerçek şudur ki, neredeyse herkesin eli bir başkasının cebindedir. Ve o adamın kendi elleri de bir başkasının cebinde olabilir, bu yüzden seni durduramaz, çünkü seni durdururken durdurulur. Bu yüzden bunu kabullenmek zorundadır ve eğer kendi elleri daha zengin bir cepteyse, sana aldırmaz: "Ne yapıyorsan yap, yalnız karışıklık yaratma."
Varoluşun bu tür ahlakları yoktur. O, ahlak dışıdır. Varoluş için doğru ya da yanlış yoktur. Tek bir şey doğrudur; senin tetikte ve bilinçli olman. O zaman mutlusundur.
Hiçbir dinin "doğru"luk ve "erdem"i mutluluk olarak tanımlamamış olması çok tuhaftır. Onu benim tanımladığım gibi tanımlamakta güçlük çekerler, çünkü onların endişesi dünyada, onların günahkâr saydığı insanların aziz saydığı insanlardan daha mutlu görünmesidir! Azizler kesinlikle mutsuz görünür. Ve eğer mutluluk doğru ya da yanlış olmana dair bir kriterdir deseler, bu bütün üstyapıyı yok edecektir. Azizler günahkâr gibi, günahkarlar aziz gibi görünecektir.
Ama bu benim kriterim, çünkü ben yazmalara aldırmıyorum, peygamberlere aldırmıyorum, geçmişe aldırmıyorum. Bu onların sorunu, onların işi idi. Benim görmek için kendi gözlerim var, neden bir başkasının gözlerine güveneyim? Ve farkında olmak için kendi bilincim var, neden Gautama Buda'ya, Bodhidharma'ya, İsa Mesih'e güveneyim? Onlar kendi anlayışlarına ve görüşlerine göre kendi yaşamlarını yaşadılar; ben yaşamımı kendi anlayışıma ve görüşlerime göre yaşıyorum.
Seninle konuşurken benim çabam sana Gautama Buda gibi zihinsiz olabilme kapasiten olduğunu görme şansını vermek. Bunun birkaç insana verilen özel bir nitelik olmadığını, bunun bir yetenek olmadığını görme şansı. Herkes ressam ya da şair olamaz, bunlar yetenektir. Herkes deha olamaz, bu doğuştan gelen bir niteliktir. Ama herkes aydınlanmış olabilir, komünizmin haklı olduğu tek konu buydu. Ve gariptir, komünizmin inkâr ettiği tek şey bu.
Aydınlanma herkesin eşit olduğu -eşit olarak becerebileceği- tek şey, tek deneyimdir. Ve eylemlerine, dualarına dayanmaz, Tanrı'ya inanıp inanmamana dayanmaz. Yalnızca tek bir şeye dayanır ve o da biraz zevktir. Aniden onu başarabileceğine dair kendine güven kazanırsın. Benim konuşmam yalnızca sana güven vermek içindir. Bu yüzden sana bir hikâye anlatabilirim, bir fıkra anlatabilirim. Kesinlikle ilgisiz!
Bütün entelektüeller beni kınayacak, "Bu nasıl bir konuşma?" diyeceklerdir. Ama onlar benim amacımı anlamamışlardır; bu bir konuşma değil, bu bir ders değil. Bu yalnızca sana, yüreğine, sessiz olabileceğine dair özgüven getirmek için bir araçtır. Ne kadar özgüven kazanırsan, o kadar başarılı olursun. Benim konuşmam olmadan da kendi kendine araçlar bulmaya başlarsın. Örneğin, kuşları dinlersin; onlar aniden durur, aniden ötmeye başlar. Dinle... Bu karganın esler çıkarıp sonra aniden durması için hiçbir sebep yok. Yalnızca sana bir şans veriyor. Bir kez anlayınca bu fırsatları sen bulabilirsin. Hatta çok gürültü olan, her şeyin çılgınca sürdüğü bir pazar yerinde bile.
Yani benim konuşmam hitabet değil; benim sana vaaz ettiğim bir doktrin değil. Yalnızca sana sessizliğin ne olduğu konusunda bir tat vermek için, sana bunun bir yetenek olmadığı konusunda özgüven vermek için gelişigüzel bir araç. Özellikle nitelikli insanlara ait olmadığı, uzun süreli, dünyevi zevklerden yoksun yaşamlardan kaynaklanmadığı, kendilerine erdemli diyen insanlara ait olmadığı konusunda özgüven vermek için. O koşulsuzca, herkese aittir; yalnızca farkına varmanız gerekir. Benim seninle konuşmaktaki tek amacım budur.
Bir kez sessiz olabileceğinden emin olunca, tüm odağın değişir. Bu bir disiplin meselesi değildir, bu sürekli dua etme meselesi de değildir, bu bir Tanrı'ya ya da her tür saçmalığa inanma sorunu değildir. Bu kendi olasılığını hissetme sorunudur ve bir kez olasılığı bilip, o konuda özgüven kazanınca, tüm vizyonun değişik renkler kazanır.
Benim deneyimim şudur: Eğer sessiz olabilirsen, zihni aşabilirsen bilinçliliğin büyür, ne yaptığının önemi yoktur; eylemlerin hiç sayılmaz, yalnızca bilinçliliğin. Eylemler küçük şeylerdir, ama şimdiye dek tüm dinler eylemlerini sayıyordu, bilinçliliğini değil. Seni nasıl doğru davranacağın, nelerden kaçınacağın konusunda eğitiyordu. Ama kimse bilinç yükselmediği sürece gerçekten dindar olmayacağını söylemiyordu.
Ve sessiz oldukça, bilinçli, daha tetikte oldukça eylemlerinin değişmeye başlaması beni şaşırtıyor; tersi değil. Eylemlerini değiştirebilirsin, ama bu seni daha bilinçli kılmaz. Daha bilinçli oldukça eylemlerin değişir, bu çok basit ve bilimseldir. Aptalca bir şey yapmaktaydın; daha tetikte oldukça, daha bilinçli oldukça artık onu yapamazsın.
Bu bir ödül ya da ceza meselesi değil. Bu yalnızca bilinçliliğin, sessizliğin, huzurundur. Seni uzaklara bakmaya, yaptığın her şeyin derinlerine bakmaya sevk eder. Kimseye zarar veremezsin; şiddet dolu olamazsın, öfkeli olamazsın, açgözlü olamazsın, hırslı olamazsın. Bilinçliliğin sana öylesine mutluluk vermiştir... Açgözlülük sana endişe dışında ne verebilir ki? Hırs sana ne verebilir? Yalnızca bir merdivende daha yükseğe ulaşmak için daimi bir mücadele.
Bilinçliliğin yerleştikçe, yaşamının bütün düzeni değişir. Dinlerin günah dediği şey yaşamından kaybolur ve erdem dedikleri kendiliğinden benliğinden, eylemlerinden akar. Ama onlar hep tersini yapagelmiştir: İlk önce eylemleri değiştir. Karanlık bir evdesin ve mobilyalara takılıp duruyorsun ve takılmayı bırakmazsan ışığı bulamayacağın söylenir. Ben şunu söylüyorum: Işığı getirin, takılma yok olur, çünkü ışık varken neden bir şeylere takılasın ki? Her takılışında, başını duvara her vuruşunda canın acır. Bu kendi içinde bir cezadır; yanlış bir eylem kendi içinde cezadır; eylemlerini kaydeden kimse yoktur. Ve her güzel eylem kendi içinde bir ödüldür. Ama ilk önce yaşamına ışık getirmelisin.
Meditasyon ışık, coşku, sessizlik, mutluluk getirme çabasıdır ve bu güzelim meditasyon dünyasında yanlış bir şey yapman imkânsızdır.
Yani ben bunu tamamen değiştirdim. Dinler, eylemler üzerinde ısrar eder; benim ısrarım bilinçlilik üzerinedir ve bilinçlilik sessizlik içinde büyüyebilir. Sessizlik bilinçlilik için doğru topraktır. Sen gürültülü iken çok tetikte ve bilinçli olamazsın. Bilinçli ve tetikte iken, gürültülü olamazsın; ikisi aynı anda var olamaz.
Yani benim konuşmam başka hitap tarzları ile sınırlandırılamaz. Bu meditasyon için bir araçtır, sana dinlerin alıp götürdüğü özgüveni getirmek içindir. Güven yerine onlar sana suçluluk duygusu verir ve bu seni aşağı çeker, hüzünlü tutar. Bir kez büyük şeylere ulaşabileceğine dair güven kazanırsan, aşağılık hissetmezsin, suçlu hissetmezsin; kutsanmış hissedersin. Varoluşun seni bilinçliliğin zirvelerinden biri olman için hazırladığını hissedersin.
Güven kazanmak biraz zaman alır; işte bu yüzden sabah akşam, neredeyse otuz yıldır konuşuyorum. Bu otuz yıl içinde belki bir iki kez durdum, çünkü kendimi iyi hissetmiyordum; aksi halde konuşmaya devam ederdim. Ama seni meditasyon anlarında tutmak için bütün gün konuşmaya devam edemeyeceğimden, senin sorumlu olmanı istiyorum. Sessiz olmayı başarabileceğini kabullenmek yalnız meditasyon yaparken sana yardımcı olacaktır. Kapasiteni bilmek... Ve insan kapasitesini ancak onunla deney yaparsa öğrenebilir. Başka yolu yoktur.
Ona, neden sessiz olduğuna daha fazla dikkat et. Sessizliğin için tek sorumlu olarak beni görme, çünkü bu senin için güçlük yaratır. Yalnızken ne yapacaksın? O zaman bu bir bağımlılık türü olur ve ben senin bana bağımlı olmanı istemiyorum. Senin uyuşturucun olmak istemiyorum.
Tüm dünyanın sözde ustaları ve din öğretmenleri -neredeyse her tür ve sınıf öğretmene rastladım- müritlerinin kendilerine bağımlı olmasını ister. Bu onların güç sarhoşluğudur. Ben güç sarhoşluğu istemiyorum. Benimle olsan da, olmasan da, seni seviyorum. Senin bağımsız olmanı, bu kıymetli anlara tek başına ulaşabileceğine güven duymanı istiyorum.
Onlara benimle ulaşabiliyorsan, bensiz ulaşmaman için sebep yok, çünkü sebep ben değilim. Olan şeyi anlamalısın: Beni dinle, zihni bir kenara bırak. Okyanusu dinlerken, bulutlardaki gök gürültüsünü dinlerken, yağmurun bardaktan boşanırcasına yağmasını dinlerken egonu bir kenara bırak, çünkü ona gerek yok... Okyanus sana saldırmayacaktır, yağmur sana saldırmayacaktır, ağaçlar sana saldırmayacaktır; savunmanın gereği yok. Yaşama karşı, varoluşa karşı bu şekilde savunmasız olursan o anları devamlı edinirsin; kısa süre sonra yaşamının kendisi olur.
--------------------------------------------------------------------------------
(1) İşbu kitap, Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı adıyla, Epsilon Yayınları'nca basılmıştır. (Ed.n.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder