BUDA ZORBA: TÜM İNSAN BENLİĞİ

Yaşamı oyunculukla kabullen, o zaman her iki dünyaya birlikte sahip olabilirsin. Hem kekini saklarsın, hem de onu yersin. Ve gerçek sanat budur! Bu dünya ve o dünya, ses ve sessizlik, aşk ve meditasyon, insanlarla birlikte olmak, ilişki kurmak ve yalnız kalmak. Tüm bu şeylerin bir tür eşzamanlılık içinde birlikte yaşanması gerekir; ancak o zaman benliğinin en derin ve en yüksek yerlerini tanıyabilirsin.

Bir avukat, bir grubun çalıştığı kazı yerine yaklaşır ve Timothy O'Toole'a seslenir.

"Beni kim çağırıyor?" diye sorar tok bir ses.

"Bay O'Toole..." diye sorar avukat. "Siz County Mayo, Castlebarlı mısınız?"

"Öyle."

"Annenizin adı Bridget, babanızın adı Micheal mıydı?"

"Öyleydi."

"O zaman benim görevim, Bay O'Toole..." der avukat, "Mary teyzenizin Iowa'da öldüğünü ve size 200,000$ değerinde mülk bıraktığını bildirmek."

Aşağıda kısa bir sessizlik olur, sonra canlı bir şamata gelir.

"Geliyor musunuz, Bay O'Toole?" diye seslenir avukat aşağıya.

"Bir dakika!" diye gelir yanıt. "Ustabaşını dümdüz etmek için durmuştum."

O'Toole'un 200,000$'ın tamamını harcaması için altı aylık çılgınca yaşayış yeterli olur. En büyük çabası, miras aldığı muazzam susuzluğunu gidermek olmuştur. Sonra işine geri döner. Ve orada, avukat onu yine bulur.

"Bu sefer amcanız Patrick, Bay O'Toole..." diye açıklar avukat. "Texas'ta öldü ve sana 400,000$ bıraktı."

O'Toole kazmasına yaslanır ve başını büyük bir bitkinlik içinde sallar.

"Buna dayanabileceğimi sanmıyorum." diye bildirir. "Eskiden olduğum kadar güçlü değilim ve o paranın altından girip üstünden çıkarsam hayatta kalacağımı sanmıyorum."

Bana Batı'da olan budur. Batı'daki insan tüm insanlığın çağlar boyunca özlediği refahı elde etti. Batı maddi olarak zengin olmayı başardı ve artık çok bitkin, çok yorgun. Yolculuk tüm ruhunu aldı götürdü. Yolculuk Batılı insanı bitirdi. Dıştan, her şey mümkün, ama içsel olanla iletişim kayboldu. Artık insanın ihtiyaç duyduğu her şey var, ama insanın kendisi artık orada değil. Mallar orada, ama efendi kayboldu; büyük bir dengesizlik ortaya çıktı. Zenginlik orada, ama insan kendini hiç zengin hissetmiyor; insan tam tersine, çok fakir hissediyor.

Şu ikilemi düşün: Ancak dıştan zengin olduğun zaman içsel fakirliğinin, zıtlığın farkına varıyorsun. Dıştan fakir olduğun zaman içsel fakirliğinin hiç farkına varmıyorsun, çünkü zıtlık yok. Karatahtalara beyaz tebeşirle yazıyorsun, beyaz tahtalara değil. Neden? Çünkü ancak karatahta üzerinde görünür. Zıtlığa ihtiyaç var.

Dıştan zengin olduğunda, aniden büyük bir farkındalığa varırsın, "İçsel olarak fakirim, bir dilenciyim." Ve artık umutsuzluk gölge gibi takip eder. "Artık düşündüğümüz her şeyi elde ettik -tüm hayaller, fanteziler tatmin edildi- ve bundan hiçbir şey çıkmadı, ne tatmin, ne mutluluk."

Batı şaşkına dönmüş durumdadır. Bu şaşkınlıktan büyük bir arzu doğmaktadır: İnsanın benliği ile nasıl iletişim kuracağı.

Meditasyon köklerini yine içsel dünyana, içselliğine batırmaktan başka bir şey değildir. Batı bu yüzden meditasyona ve Doğu hazinelerine büyük ilgi duymaktadır.

Doğu zenginken de meditasyona ilgi duyuyordu; bu anlaşılmalıdır. İşte bu yüzden ben zenginliğe karşı değilim ve fakirlikte spiritüellik olduğunu düşünmüyorum. Ben fakirliğe kesinlikle karşıyım, çünkü bir ülke fakir olduğu zaman her tür meditasyonla, her tür spiritüel çabayla iletişimini kaybediyor. Bir ülke dıştan fakir olduğu zaman, içsel fakirliğini unutuyor.

İşte bu yüzden Hintli yüzlerde Batı'da bulunmayan bir tür tatmin görürsün. Bu gerçek tatmin değildir; bu yalnızca içsel fakirliğin farkında olmaktır. Hintliler şöyle düşünür, "Batılı yüzlerdeki endişeye, ıstıraba ve gerilime bak. Biz fakir olduğumuz halde içsel olarak çok tatmin doluyuz." Bu tamamen saçmalıktır, onlar tatmin dolu değildirler. Ben binlerce insanı izledim, tatmin içinde değildiler. Ama bir şey kesinlikle doğrudur, onlar tatminsizliklerinin farkında değildirler, çünkü tatminsizliğin farkında olmak için dışsal zenginliğe ihtiyaç vardır ve bunun için yeterli kanıt vardır.

Hindular'ın tüm avatarları kral ya da kralların oğulları idi. Tüm Jaina tirthankaraları, Jaina ustaları kraldılar; Buda da öyleydi. Hindistan'ın üç büyük geleneği yeterli kanıt sağlamaktadır.

Buda neden tatminsiz oldu, neden meditasyon arayışına girişti? Çünkü zengindi. Refah içinde yaşadı; tüm rahatlıklar, her tür maddi araç ile yaşadı. Aniden farkına vardı. Ve bu olduğu zaman çok yaşlı değildi; içinde karanlık bir delik olduğunu fark ettiğinde yalnızca yirmi dokuz yaşındaydı. Işık dışarıdadır; böylece içsel karanlığını gösterir. Beyaz gömlek üzerinde azıcık kir, hemen kendini gösterir. İşte olan buydu. Saraydan kaçtı.

Mahavira'ya olan da budur; o da saraydan kaçmıştır. Bu bir dilenciye olmadı. Buda'nın zamanında da dilenciler vardı. Aslında hikâye, Buda'nın hayatında ilk defa bir dilenci, yaşlı bir adam, bir sannyasin gördüğünde dünyadan vazgeçtiğidir. Dilenciler vardı.

Buda bir gençlik festivaline katılacaktı, festivali açacaktı. Altın arabasından bir dilenci gördü, hayatında ilk defa, çünkü babası Buda'nın hayatı boyunca dilenci, hasta bir adam, yaşlı bir adam, ölü bir adam görmesini engellemişti. Astrologlar Buda doğduğunda babasına, "Bunları görürse hemen dünyadan vazgeçecek, bu yüzden onları görmesine izin verme." demişti. Bu yüzden Buda nereye giderse, dilenciler uzaklaştırılırdı. Yaşlı insanlar uzaklaştırılır, evlerinde kalmaya, dışarı çıkmamaya zorlanırdı. Buda'nın bahçesinde ölü bir yaprağa bile izin verilmezdi. Her ölü yaprak geceleyin toplanır, böylece sabahleyin Buda bahçeye çıktığında yalnızca gençlik, genç yapraklar, genç çiçekler görürdü. Bir çiçeğin solduğunu hiç görmemişti.

İlk defa bir dilenci gördüğünde... Mesel çok güzeldir; der ki, tanrılar endişelendi: "Baba fazla başarılı oluyor. Yirmi bir yıl geçti ve Buda dünyadaki en uyanık insanlardan biri olma kapasitesine sahip." Tanrılar endişelendi: "Babanın idaresi öyle ki asla bir dilenci, yaşlı bir adam ile karşılaşmayabilir; kaçırabilir." Bu yüzden rol yaptılar, bir tanrı dilenci gibi yürümeye başladı, bir başkası yaşlı bir adam gibi ve bir başkası ölü bir adam taklidi yaptı, bir başkası bir sannyasin oldu.

Demek Buda'nın zamanında dilenciler vardı, ama dünyadan vazgeçmiyorlardı. Vazgeçecek hiçbir şeyleri yoktu; tatmin içindeydiler. Buda tatminsiz oldu.

Hindistan zenginken daha fazla insan meditasyona ilgi duyuyordu; aslında, tüm insanlar meditasyona ilgi duyuyordu. Eninde sonunda ayı, öteyi, içsel olanı düşünüyorlardı. Artık ülke fakir, o kadar fakir ki, içsel ile dışsal arasında zıtlık yok. İçsel fakir, dışsal fakir. İçsel ve dışsal mükemmel bir ahenk içindeler, ikisi de fakir! İşte bu yüzden Hintli yüzlerde bir tür tatmin görürsün, bu gerçek tatmin değildir. Ve bunun yüzünden, insanlar fakirliğin içinde spiritüel bir şey olduğunu düşünmeye alışmıştır.

Hindistan'da fakirliğe tapınılır. Benim onu devamlı kınamamın sebeplerinden biri budur, çünkü ben fakirliğe taraf değilim. Fakirlik spiritüellik değildir, fakirlik spiritüelliğin kaybolmasının sebebidir.

Ben tüm dünyanın olabildiğince refah içinde olmasını isterim. İnsanlar ne kadar refah içinde olursa, o kadar spiritüel olurlar. Olmak zorunda kalırlar, bundan kaçınamazlar. Ve ancak o zaman gerçek tatmin yükselir.

İçsel zenginlik yarattığında ve yine bir ahengin olduğu an geldiğinde -dışsal zenginlik içsel zenginlik ile buluştuğunda- o zaman gerçek tatmin olabilir. Dışsal fakirlik içsel fakirlikle buluştuğunda, sahte bir tatmin olur. Ahenk bu iki şekilde mümkündür. İçsel ile dışsal ahenk içinde ve insan tatmin içinde hisseder. Hindistan tatmin dolu görünür, çünkü çitin her iki yanında fakirlik vardır. Mükemmel bir ahenk vardır, içsel ile dışsal ahenk içindedir; ama bu çirkin bir tatmindir, bu gerçekte yaşam eksikliğidir, canlılık eksikliğidir. Bu aptalca bir tür tatmindir, donuk ve tatsızdır.

Batı meditasyona daha fazla ilgi duyacaktır, bundan kaçınmanın yolu yoktur. İşte bu yüzden Hıristiyanlık Batılı zihin üzerindeki hâkimiyetini kaybetmektedir, çünkü Hıristiyanlık herhangi bir şekilde meditasyon bilimini geliştirmemiştir. Çok sıradan bir din olmuştur; Yahudilik de öyledir.

Bu dinler doğduğu zaman Batı fakirdi, sebep budur. Şimdiye dek Batı fakirlik içinde yaşamıştır. Doğu zenginken Batı fakirdi. Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık; Hintli olmayan bu üç din fakirlik içinde doğmuştur. Meditasyon tekniklerini geliştiremezlerdi, buna gerek yoktu. Onlar fakirlerin dinleri olarak kaldılar.

Artık Batı zenginleşti ve bir eşitsizlik oldu.

Batı dinleri fakirlikten doğdu; zengin adama verecek hiçbir şeyleri yoktu. Zengin adama çocuksu görünürler, tatmin etmezler. Tatmin edemezler. Doğu dinleri zenginlikten doğdu; işte bu yüzden Batılı zihni Doğu dinlerine gittikçe daha fazla ilgi besliyor. Evet, Buda'nın dini büyük etki sahibi; Zen orman yangını gibi yayılıyor. Neden? Zenginlikten doğdu da ondan.

Çağdaş insanın Batı psikolojisi ile Buda'nın psikolojisi arasında muazzam bir benzerlik vardır. Batı meditasyona ilgi duyduğu zaman Buda'nın bulunduğu aynı durumdadır. Bu zengin adamın arayışıdır. Ve Hinduizm'de, Jainizm'de de durum aynıdır. Bu üç büyük Hint dini refahtan doğmuştur; bu yüzden Batı bu Doğu dinlerine cezbedilecektir.

Doğu kendi dinleri ile iletişimini kaybetmektedir. Hindistan'ın gücü Buda'yı anlamaya yetmemektedir, fakir bir ülkedir. Aslında, fakir Hintliler Hıristiyanlığa dönmektedir. Zengin Amerikalılar Budizm'e, Hinduizm'e, Vedanta'ya dönmektedir ve dokunulmazlar, Hindistan'da fakirlerin en fakirleri Hıristiyan olmaktadır. Asıl konuyu görebiliyorlar mı? Bu dinlerin fakirler için belli bir cazibesi vardır. Ama gelecekleri yoktur, çünkü eninde sonunda tüm dünya zenginleşecektir.

Ben fakirliği övmem, fakirliğe saygı duymam. İnsanın her iki tür zenginliğe sahip olması gerekir. Neden her iki türe? Bilim seni dışsal olarak zengin kılan teknolojiyi geliştirmiştir. Din seni içsel olarak zengin kılan teknolojiyi geliştirmiştir. Yani Yoga, Tantra, Taoizm, Sufizm, Hassidizm; bunlar içsel olanın teknolojileridir.

Bir hikâye:

Bu hikâyenin merkez figürü gerçekleşen her şeyi ilahi bir gücün alameti olarak gören o insanlardan biridir. İlahi takdiri sorgulamak bana göre değil, demektedir.

Tüm yaşamı boyunca talihsizlikler peşini kovalamıştır, ama bir kez bile şikâyet etmez. Evlenir, karısı yanında çalışan biri ile kaçar. Bir kızı olur ve kötü bir adam kızı kandırır. Bir oğlu olur ve oğlu linç edilir. Ahırı bir yangında yanar, bir siklon evini uçurur, bir dolu fırtınası ekinlerini yok eder ve banka ipotekli çiftliğini elinden alır. Ama her talihsizlikte diz çöker ve "Sonsuz merhameti için Yüce Tanrı'ya" şükreder.

Bir süre sonra, beş parasız ama hâlâ yücelerden gelen fermanlara itaatkâr, ülkenin fakir evlerinden birine gelir. Bir gün denetçi onu bir patates tarlasını sürmesi için gönderir. Bir fırtına gelir, ama onun üzerinden geçerken uyarı olmaksızın bir şimşek gökyüzünden iner. Saban demirini eritir, giysilerinin çoğunu yakar, sakalını alazlar, çıplak sırtına komşu sığır çobanının baş harflerini dağlar ve onu dikenli tellerden oluşan bir çite fırlatır.

Adam kendine geldiğinde yavaşça dizlerinin üzerinde doğrulur, ellerini kavuşturur ve gözlerini gökyüzüne kaldırır. Sonra, hayatında ilk defa,

"Tanrım..." der, "Bu fazla saçma olmaya başladı!"

Doğu'nun durumu budur: "Bu fazla saçma olmaya başladı!" Ama Doğu Tanrı'ya şükredip, minnettar hissedip duruyor. Artık minnettar olacak bir şey yok! Doğu tamamen fakir, hasta ve aç; minnettar olacak bir şey yok. Ama Doğu kendini ifade etmeyi unuttu, Doğu kendi durumu hakkında nasıl bir şey yapacağını unuttu.

Bu yüzden Doğu meditasyon yapamaz. Doğu neredeyse bir tür bilinçsizlik yaşıyor. Meditasyon yapmak için çok aç, dua etmek için fazla fakir. Tek ilgi alanı ekmek, barınak, giysi; bu yüzden bir Hıristiyan misyoner geldiği ve bir hastane, bir okul açtığı zaman Hintliler çok etkileniyor, spiritüellik budur diyorlar. Ben meditasyon dersi vermeye başladığımda ilgi duymadılar. İlgi duymamakla kalmadılar, ona karşı oldular: "Bu nasıl bir spiritüellik?" Anlayabiliyorum onların ekmeğe, barınağa, giysilere ihtiyacı var. Ama zihinleri yüzünden acı çekiyorlar. Bir yandan ekmek, barınak, giysi, daha iyi evler, daha iyi yollara ihtiyaçları var; diğer yandan fakirliğe tapınmaya devam ediyorlar. İki yandan bağlanmışlar.

Doğu meditasyon yapamaz. İlk önce onu fiziksel olarak biraz daha iyi kılacak bilimsel teknolojiye ihtiyaçları var. Nasıl Batı dinsel teknolojiye ihtiyaç duyuyorsa, Doğu da bilimsel teknolojiye ihtiyaç duyuyor.

Ve ben tek dünyaya taraftarım, Batı'nın Doğu'nun ihtiyaçlarını doyurduğu, Doğu'nun Batı'nın ihtiyaçlarını doyurduğu bir dünyaya. Doğu ve Batı çok fazla ayrı yaşadılar; artık buna gerek yok. Doğu artık Doğu olmamalı ve Batı artık Batı olmamalı. Yeryüzünün tamamının bir olabileceği -bir olması gerektiği- insanlığın o kritik anına geldik, çünkü ancak bir olursa hayatta kalabilir.

Ulus olma günleri bitti, bölünmüşlük günleri bitti, politikacıların günleri bitti. Son derece yeni bir dünyada, yeni bir insanlık aşamasında hareket ediyoruz. Bu aşamada yalnızca tek bir dünya olabilir, yalnızca tek bir insanlık olabilir. Ve o zaman muazzam bir enerji salıverilecek.

Doğu'nun kendi hazineleri, dinsel teknolojileri var, Batı'nın da kendi hazineleri, bilimsel teknolojileri var. Ve bunlar bir araya gelebilirse, dünya cennet olabilir. Artık bir başka dünya istemenin gereği kalmaz; cenneti ilk kez burada, yeryüzü üzerinde yaratabiliriz. Yaratmazsak, bizden başka sorumlu kimse yoktur.

Ben bir dünyaya, bir insanlığa ve nihai olarak her iki yanımızla ilgilenecek bir bilimden yanayım -din ile bilimin birleşmesi- hem içselle, hem dışsalla ilgilenecek tek bilim.

İşte benim burada yapmaya çalıştığım bu. Bu Doğu ile Batı'nın karşılaşma yeri; yeni insanlığın olacağı ve doğacağı rahim.

YAŞAMDAKİ KUTUPLAR BUNLAR, MEDİTASYON VE sevgi. Nihai kutuplar bunlar.

Yaşamın tamamı kutuplardan oluşmuştur: Olumlu ve olumsuz, doğum ve ölüm, erkek ve kadın, gece ve gündüz, yaz ve kış. Yaşamın tamamı kutupsal zıtlardan oluşmuştur. Ama bu kutupsal zıtlar yalnızca kutupsal zıtlar değildir, aynı zamanda birbirini tamamlayan şeylerdir. Birbirlerine yardım etmektedirler, birbirlerini desteklemektedirler.

Bunlar bir kemerdeki tuğlalar gibidir. Kemerde tuğlaların birbirinin karşısına konması gerekir. Birbirlerine karşı gibi görünürler, ama bu karşıtlık sayesinde kemer inşa edilebilir ve ayakta kalır. Kemerin gücü birbirinin karşısına yerleştirilen tuğlaların kutupsallığına dayalıdır.

Nihai kutupsallık budur: Meditasyon yalnız olma sanatı demektir ve sevgi bir arada olma sanatı demektir. Bütün insan, her ikisini bilen, birinden diğerine olabildiğince kolay hareket edebilen biri demektir. Bu nefes alıp vermek gibidir, güçlük yoktur. Zıttırlar, nefes alman bir süreç, nefes vermen buna zıt bir süreçtir. Ama nefes almak ve vermek tek bir nefesin tamamını oluşturur.

Meditasyonda nefes alır, sevgide nefes verirsin. Sevgi ve meditasyon bir aradayken nefesin bütündür, eksiksizdir, tamdır.

Yüzyıllarca dinler bir kutbu başarıp diğerini dışlamaya çalıştılar. Meditasyon dinleri vardır, örneğin Jainizm, Budizm. Bunlar meditasyon dinleridir, kökleri meditasyondadır. Ve bhakti(1) dinleri vardır, adanmışlık dinleri: Sufizm, Hassidizm. Kökleri sevgidedir. Kökleri sevgide olan bir din sevecek, dua edecek bir "diğeri"ne ihtiyaç duyar. Tanrı olmadan sevgi dini var olamaz, düşünülemez. Sevgin için bir hedefe ihtiyacın vardır. Ama meditasyon dini Tanrı kavramı olmadan var olabilir; hipotez bir yana bırakılabilir. Bu yüzden Budizm ve Jainizm Tanrı'ya inanmaz. Diğerine ihtiyaç yoktur. Nasıl yalnız, sessiz, kıpırtısız, içinde tamamen sakin ve sessiz olacağını bilmen yeterlidir. Diğeri tamamen bırakılmış, unutulmuştur. Bu yüzden bunlar tanrısız dinlerdir.

Batılı teologlar ilk defa Budist ve Jaina edebiyatına rastladıklarında çok şaşırdılar: Bu tanrısız felsefelere nasıl din diyebilirlerdi? Felsefe denebilirdi, ama onlara nasıl din derdin? Onlar için anlaşılmazdı, çünkü Yahudi ve Hıristiyan geleneği dindar olmak için gerekli hipotezin Tanrı olduğunu düşünür. Dindar insan Tanrı'dan korkan insandır. Bu insanlar Tanrı yok diyorlardı, dolayısıyla Tanrı korkusu meselesi yoktu.

Batı'da binlerce yıl boyunca Tanrı'ya inanmayan insanların ateist olduğu, dindar insanlar olmadığı düşünüldü. Ama Buda ateisttir ve dindardır. Batılılar için bu çok tuhaftır, çünkü kökleri meditasyonda olan dinler olduğunun farkında değillerdir.

Ve aynısı Buda'nın ve Mahavira'nın takipçileri için de doğrudur. Onlar Tanrı'ya inanan dinlerin aptallığına gülerler, çünkü tüm fikir saçmadır. Yalnızca bir fantezidir, hayaldir, başka bir şey değil; yalnızca bir yansıtmadır. Ama benim için, ikisi birlikte doğrudur.

Benim anlayışım tek bir kutba dayanmaz; benim anlayışım akışkandır. Ben gerçeği her iki yandan tattım: Tamamen sevdim ve tamamen meditasyon yaptım. Ve benim deneyimim şudur: Bir insan ancak her ikisini bildiği zaman bütün olur. Aksi halde yarım kalır, içinde eksik bir şey kalır.

Buda yarımdır. İsa da öyle. İsa sevginin ne olduğunu bilir, Buda meditasyonun ne olduğunu bilir, ama bir araya geldikleri zaman, birbirleri ile iletişim kurmaları imkânsız olacaktır. Birbirlerinin dilini anlamayacaklardır. İsa Tanrı'nın krallığından bahsetmeye başlayacak, Buda gülecektir: "Sen ne saçmalıklardan bahsediyorsun? Tanrı'nın krallığı ha?" Buda şöyle diyecektir: "Benliğin kesilmesi, benliğin yok olması." Ve İsa şöyle diyecektir, "Benliğin yok olması mı? Benliğin kesilmesi mi? Bu intihar demek, nihai intihar. Bu ne tür bir din? Yüce benlikten bahset!"

Birbirlerinin sözlerini anlamayacaklardır. Bir araya gelirlerse tercüme etmek için benim gibi birine ihtiyaç duyacaklardır; aksi halde ikisi arasında iletişim olamaz. Ve benim ikisine de sadık kalmayacak şekilde tercüme etmem gerekir! İsa "Tanrı'nın krallığı" derken ben onu nirvana olarak tercüme edeceğim, o zaman Buda anlayacaktır. Buda "nirvana" dediği zaman ben İsa'ya "Tanrı'nın krallığı" diyeceğim, o zaman İsa anlayacaktır.

İnsanlığın artık bütün bir vizyona ihtiyacı var. Çok uzun zamandır yarım vizyonlarla yaşadık. Bu geçmişte gereklilikti, ama artık insan olgunlaştı. Benim sannyasinlerim meditasyon yapabildiklerini ve dua edebildiklerini, meditasyon yapabildiklerini ve sevebildiklerini, olabildiğince sessiz kalabildiklerini ve olabildiğince dans ettiklerini, kutladıklarını kanıtlamak zorundadır. Onların sessizliği onların kutlaması olmak zorundadır ve kutlamaları, sessizlikleri olmalıdır. Ben onlara müritlere verilen en zor işi veriyorum, çünkü bu zıtların birleşmesidir.

Ve bu birleşmede tüm diğer zıtlar eriyecek, bir olacaktır: Doğu ve Batı, insan ve kadın, madde ve bilinç, bu dünya ve o dünya, yaşam ve ölüm. Tüm zıtlar birleşecek, bu tek birleşme aracılığı ile karışacaktır, çünkü nihai kutupsallık budur; tüm diğer kutupsallıkları içerir.

Bu birleşme yeni bir insan yaratacaktır: Buda Zorba. Ben yeni insana bu ismi veriyorum. Ve sannyasinlerimin her biri öyle bir akışkanlığa, öyle bir akışa sahip olmak için her tür çabayı gösterecektir, böylece tüm kutuplar size ait olacaktır.

O zaman bütünlüğün tadını alacaksın. Ve bütünlüğü tanımak, kutsal olanı tanımanın tek yoludur. Başka yol yoktur.

BENİM MESAJIM BASİTTİR. BENİM MESAJIM YENİ BİR insandır, homo novus. Eski insan kavramı materyalist ya da spiritüeldi, ahlaki ya da ahlakdışıydı, günahkâr ya da azizdi. Bölünmüşlüğe, ayrıma dayalıydı. Şizofren bir insanlık yaratıyordu. İnsanlığın tüm geçmişi hasta, sağlıksız, deli olagelmiştir. Üç bin yıl içinde, beş bin savaş verildi. Bu tamamen çılgıncadır; inanılmazdır. Aptalca, akılsızca, insanlık dışıdır.

İnsanları ikiye böldüğün zaman onun için üzüntü ve cehennem yaratırsın. Asla sağlıklı olamaz, asla bütün olamaz; reddedilen diğer yarı intikam alıp duracaktır. Kendine dayattığın yarıyı alt etmek için yollar ve yöntemler bulup duracaktır. Bir savaş meydanı olacaksın, iç savaş meydanı. Geçmişte durum buydu.

Geçmişte gerçek insanlar yaratamıyorduk, yalnızca insansılar yaratabiliyorduk. İnsansı insana benzer, ama tamamen sakat, felçlidir. Bütünlüğü içinde çiçek açmasına izin verilmemiştir. Yarımdır ve yarım olduğu için hep acı ve gerilim içindedir; kutlayamaz. Yalnızca bütün bir insan kutlayabilir. Kutlama bütün olmanın kokusudur.

Yalnızca bütün olarak yaşayan bir ağaç çiçek verebilir. İnsan henüz çiçek vermemiştir.

Geçmiş çok karanlık ve kasvetliydi. Ruhun karanlık gecesiydi. Ve baskılanmış olduğu için saldırgan oldu. Bir şey baskılanırsa, insan saldırgan olur, her tür yumuşak niteliği kaybeder. Şimdiye dek hep böyleydi. Eskinin bir yana bırakılması, yeninin müjdelenmesi gereken noktaya geldik.

Yeni insan ya öyle, ya böyle olmayacaktır; hem/ve olacaktır. Yeni insan topraksı ve ilahi olacaktır, bu dünyadan ve diğer dünyadan olacaktır. Yeni insan bütünlüğünü kabul edecek, içsel bölünme olmadan onunla yaşacaktır, bölünmeyecektir. Tanrısı şeytana karşı olmayacak, ahlakı ahlaksızlığa karşı olmayacaktır; o karşıtlık bilmeyecektir. İkiliği aşacaktır, şizofrenik olmayacaktır. Yeni insan ile birlikte yeni bir dünya gelecektir, çünkü yeni insan farklı, niceliksel bir şekilde algılayacaktır. Tamamen farklı, henüz yaşanmamış bir yaşam sürecektir. Gizemci, şair, bilim insanı olacaktır. Seçmeyecektir. Seçeneksizce kendisi olacaktır.

Benim öğrettiğim budur: Homo novus, yeni insan, insansı değil. İnsansılık doğal bir olgu değildir. İnsansı, toplum tarafından yaratılır; rahip, politikacı, pedagog. İnsansı yaratılmıştır, imal edilmiştir. Her çocuk bir insan olarak doğar; bütün, tam, canlı, bölünmemiş. Toplum hemen onu boğmaya, parça parça kesmeye başlar. Ona ne yapacağını, ne yapmayacağını, ne olacağını, ne olmayacağını söyler. Bütünlüğü kısa sürede kaybolur. Bütün benliği konusunda suçlu hissetmeye başlar. Doğal olan çok şeyi reddeder ve bu reddediş içinde yaratıcılığını yitirir. Artık yalnızca bir parça olacaktır ve bir parça dans edemez, bir parça şarkı söyleyemez. Ve bir parça her zaman intihara eğilimlidir, çünkü parça yaşamın ne olduğunu bilemez. İnsansı kendi başına karar veremez. Başkaları onun için karar verip durmuştur; anne babası, öğretmenler, önderler, rahipler; tüm kararlarını onlar almıştır. Karar verirler, emir verirler, o yalnızca takip eder. İnsansı köledir.

Ben özgürlük öğretiyorum. Artık insanın her tür bağı yok etmesi, tüm zindanlarından çıkması gereklidir, artık kölelik olmamalıdır. İnsanın birey olması gereklidir. Asi olması gereklidir. Ve ne zaman bir insan asi olsa... Arada bir birkaç insan geçmişin zulmünden kaçmıştır, ama yalnızca arada bir. Orada burada bir İsa, orada burada bir Buda. Bunlar istisnadır. Ve bu insanlar, Buda ve İsa bile bütün olarak yaşayamamıştır. Denemişlerdir, ama toplumun tamamı buna karşıdır.

Benim yeni insan kavramım Yunanlı Zorba ve aynı zamanda Buda Gautama olacaktır. Yeni adam Buda Zorba olacaktır. Tensel ve spiritüel olacaktır; fiziksel, tamamen fiziksel, bedenin içinde, duyuların içinde, bedenden ve bedenin mümkün kıldıklarından zevk alarak, ama yine de büyük bir bilinç, büyük bir tanıklık orada olacaktır. İsa ve Epikuros(2) birlikte olacaktır.

Eski insanın ideali vazgeçmeydi, yeni insanın ideali sevinç olacak. Ve bu yeni insan gün be gün geliyor, gün be gün varıyor. İnsanlar henüz onu fark etmedi. Aslında o çoktan doğdu. Eski ölüyor, eski ölüm döşeğinde. Ben onun yasını tutmuyorum, ölmesi iyi diyorum, çünkü onun ölümünden yeni ortaya çıkacak. Eskinin ölümü yeninin başlangıcı olacak. Yeni ancak eski tamamen öldüğü zaman gelebilir.

Eskinin ölmesine, yeninin doğmasına yardım et. Unutma, eski her tür saygınlığa sahip, tüm geçmiş onun lehine olacak ve yeni tuhaf bir olgu olacak. Yeni öyle yeni olacak ki, saygı görmeyecek. Yeniyi yok etmek için her çaba gösterilecek. Yeni saygıdeğer olamaz, ama yeninin yanında insanlığın bütünlüğünün geleceği var. Yeninin getirilmesi gerek.

Benim çalışmam, yeninin doğabileceği bir buda alanı, bir enerji alanı yaratmak. Ben yalnızca yeninin, onu kabullenmeyecek bir dünyaya gelmesine yardım eden bir ebeyim. Yeninin anlayanlardan, bir devrimin gerçekleşmesini isteyenlerden çok destek görmesi gerekecek. Ve zaman olgunlaştı, hiç bu kadar olgun olmamıştı. Doğru zaman geldi, hiç bu kadar doğru olmamıştı. Yeni ortaya çıkabilir, aşıp geçmek mümkün oldu.

Eski o kadar çürük ki, bunca desteğe rağmen hayatta kalamaz; sonu geldi! Geciktirebiliriz, eskiye tapınmaya devam edebiliriz; bu yalnızca süreci geciktirmek olur. Yeni yolda. En fazla onun daha çabuk gelmesini sağlayabiliriz ya da oyalar, gelmesini geciktirebiliriz. Yardım etmek iyidir. Daha çabuk gelirse, insanlığın bir geleceği, büyük bir geleceği olabilir; bir özgürlük geleceği, bir sevgi geleceği, bir coşku geleceği.

Ben yeni bir din öğretiyorum. Bu din Hıristiyanlık olmayacak, Yahudilik olmayacak, Hinduizm olmayacak. Bu dinin sıfatı olmayacak. Bu din, saf, dindarca, bütün olma niteliği olacak.

Halkım ufka çıkacak güneşin ilk ışınları oldu. Bu muazzam bir görev, neredeyse imkânsız bir görev, ama imkânsız olduğu için içlerinde ruh kalmış herkesi baştan çıkaracak.

Benliklerinde biraz macera saklı, cesur insanların içinde büyük bir özlem yaratacak, çünkü gerçekten de cesur, yeni bir dünya yaratacak.

Buda'dan bahsediyorum, İsa'dan bahsediyorum, Krişna'dan bahsediyorum, Zerdüşt'ten bahsediyorum, böylece geçmişe ait en iyi ve en güzel şeyler korunabilecek. Ama bunlar yalnızca birkaç istisna. Tüm insanlık büyük bir kölelik içinde yaşadı, zincire vurulmuş, bölünmüş, deli.

Benim mesajım basit, ama gerçekleşmesini sağlamak çok zor, güç olacak. Ama ne kadar zorsa, o kadar olası, meydan okuma o kadar büyük. Ve zaman doğru, çünkü din başarısız oldu, bilim başarısız oldu. Zaman doğru, çünkü Doğu başarısız oldu, Batı başarısız oldu. Daha yüksek bir senteze ihtiyaç var, Doğu ile Batı'nın birleştiği, din ile bilimin birleştiği bir senteze.

Din başarısız oldu, çünkü diğer dünyadandı ve bu dünyayı ihmal etti. Ve bu dünyayı ihmal edemezsin; bu dünyayı ihmal etmek kendi köklerini ihmal etmektir. Bilim başarısız oldu, çünkü diğer dünyayı, içsel olanı ihmal etti ve çiçekleri ihmal edemezsin. Çiçekleri, benliğin en merkezi özünü ihmal edersen yaşam tüm anlamını kaybeder. Ağaçların köklere ihtiyacı vardır, insanın da köklere ihtiyacı vardır ve kökler ancak toprağın içinde olabilir. Ağaçların büyümek için, gürleşmek, binlerce çiçek açmak için açık bir gökyüzüne ihtiyacı vardır. Ağaç ancak o zaman tatmin olur, ancak o zaman ağaç önem, anlam hisseder ve yaşam anlamlı olur.

İnsan bir ağaçtır. Din başarısız olmuştur, çünkü yalnızca çiçeklerden bahsetmektedir. O çiçekler felsefi, soyut kalmaktadır; asla maddeleşmezler. Maddeleşemezler, çünkü toprak tarafından desteklenmemektedirler. Ve bilim başarısız olmuştur, çünkü yalnızca kökler ile ilgilenir. Kökler çirkindir ve çiçeklenme yok gibi görünür.

Batı çok fazla bilimden mustariptir; Doğu çok fazla dinden mustarip olmuştur. Artık din ile bilimin bir insanın iki yüzü olduğu yeni bir insanlığa ihtiyacımız var. Ve köprü sanat olacaktır. İşte bu yüzden insanın bir gizemci, şair ve bilim adamı olacağını söylüyorum.

Din ile bilim arasında, yalnızca sanat köprü olabilir; şiir, müzik, heykel. Bu yeni adamı var ettiğimiz zaman yeryüzü ilk kez olması kastedilen şey olacaktır. Bir cennet olacaktır; bu beden buda, bu yeryüzü cennet olacaktır.


--------------------------------------------------------------------------------

(1) Bhakti: Hinduizmin sofuluk inana... (Ed. n.)

(2) Epikuros: (İ. Ö. 341-270) Antikçağ Yunan felsefesinin en büyük düşünürlerinden biri... Materyalist ve tanrıtanımazdı. (Ed. n.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder