Komünde yüzlerce tedavi okulu çalışıyordu, ama ben her terapiyi yok etmek için çalışıyordum. Terapistler senin sorunlarını yok etmek için, ben de terapileri ve terapistleri yok etmek için çalışıyordum! Çünkü bir terapi ancak geçici bir rahatlama verebilir ve bir terapist ancak yüzeysel bir yardım verebilir.
SIGMUND FREUD DÜNYAYI PSİKANALİZ İLE tanıştırdı. Psikanalizin kökü, zihni analiz etmektedir. Zihin ile sınırlıdır. Zihinden çıkmaz, bir santim bile. Tam tersine, zihnin derinliklerine, gizli tabakalarına, bilinçaltına iner, insanın en azından normal olması için yollar ve yöntemler arar.
Freudcu psikanalizin hedefi çok büyük değildir. Hedef insanları normal tutmaktır. Ama normallik yetmez. Yalnızca normal olmanın bir önemi yoktur; bu normal yaşam düzeni ve onunla başa çıkma yeteneği demektir. Bu sana anlam vermez, bu sana önemlilik vermez. Sana her şeyin gerçekliğine ilişkin görüş vermez. Seni zamanın, ölümün ötesine götürmez. En fazla, günlük yaşamla başa çıkamayacak kadar anormal olanlar için faydalı bir araçtır. Onlar insanlarla yaşayamazlar, çalışamazlar, paramparça olmuşlardır. Psikoterapi onlara belli bir birliktelik verir. Bütünlük değil, yalnızca belli bir birliktelik. Onları bir bohça halinde bağlar. Onlar hâlâ paramparçadır; içlerinde hiçbir şey kristalize olmaz, hiçbir ruh doğmaz. Mutlu olmazlar, yalnızca daha az mutsuz, daha az hüzünlü olurlar.
Psikoloji onların hüznü kabullenmesine yardımcı olur. Yaşamın sana verebileceği her şeyin bu olduğunu, daha fazla istememeleri gerektiğini kabullenmelerine yardımcı olur. Bir açıdan, bu içsel büyümeleri için tehlikelidir, çünkü içsel büyüme ancak ilahi bir tatminsizlik olduğu zaman gerçekleşir. Olduğu haliyle her şeyden hiçbir şekilde tatmin olmuyorsan, ancak o zaman arayışa girersin; ancak o zaman yükselmeye başlarsın, ancak o zaman kendini çamurdan çıkarmak için çaba göstermeye başlarsın.
Jung bilinçte biraz daha ileri gitti; kolektif bilinçaltına gitti. Bu çamurlu suyun derinliklerine gitmektir ve bunun yardımı olmaz. Assagioli diğer aşırı uca gitti. Psikanalizin başarısızlığını gördü ve psikosentezi icat etti. Ama bunun kökü de aynı fikirdedir. Analiz yerine sentezi vurgular.
Budaların psikolojisi ne analiz, ne sentezle ilgilidir; aslanlıktır, zihnin ötesine gitmektir. Zihnin içinde bir çalışma değildir, seni zihnin dışına götüren bir çalışmadır. İngilizce ecstasy(1) sözcüğünün anlamı budur; dışarda durma.
Kendi zihninin dışında durma yeteneğini edindiğinde, zihnin ile benliğin arasında mesafe yaratmayı başardığında, budaların psikolojisine doğru ilk adımı atmışsındır. Ve bir mucize olur: Zihnin dışında dururken zihnin tüm sorunları yok olur, çünkü zihnin kendisi yok olur; senin üzerindeki hâkimiyeti yok olur.
Psikanaliz bir ağacı budamak gibidir, yeni dallar çıkar. Ağacı köklerinden kesmek değildir. Ve psikosentez düşmüş yaprakları ağaca yapıştırmak gibidir, onları eski yerlerine yapıştırmak gibi. Bu onlara can vermeyecektir. Yalnızca çirkin görünecekler; canlı olmayacaklar, yeşil olmayacaklar, ağacın parçası olmayacaklar, yalnızca yapıştırılmış olacaklar.
Budaların psikolojisi, her tür nevrozu, psikozu yaratan, parça parça insanı, mekanik insanı, robot gibi insanı yaratan ağacı köklerinden keser.
Psikanaliz yıllar alır ve insan yine aynı kalır. Eski yapıyı yenilemek, orasını burasını yamamak, eski evi badanalamak. Ama ev aynı evdir, hiçbir şey radikal olarak değişmemiştir. İnsanın bilincini dönüştürmemiştir.
Budaların psikolojisi zihnin içinde çalışmaz. Analiz ve sentezle ilgisi yoktur. Senin zihninin içinden çıkmana yardım eder, böylece dışarıdan görebilirsin. Ve o bakış bir dönüşümdür. Zihnine bir nesne gibi bakabildiğin an ondan ayrılmış olursun, onunla özdeşleşmekten kurtulursun; bir mesafe yaratılır ve kökler kesilmiş olur.
Kökler nasıl bu şekilde kesilir? Zihni besleyip duran sensin. Özdeşleştiğin zaman zihni beslersin; özdeşleşmediğin zaman onu beslemeyi bırakırsın. Kendi kendine ölür gider.
Güzel bir hikâye vardır. Çok severim...
Bir gün Buda bir ormandan geçmektedir. Sıcak bir yaz günüdür ve çok susamıştır. Baş müridi Ananda'ya şöyle der, "Ananda, sen geri dön. Yalnızca dört buçuk, beş kilometre önce küçük bir derenin yanından geçtik. Biraz su getir. Kâsemi yanına al. Kendimi çok susuz ve yorgun hissediyorum." Yaşlanmıştır.
Ananda geri döner, ama dereye ulaşana kadar birkaç öküz arabası dereden geçmiş, suyu çamurlamıştır. Dere yatağına yerleşmiş olan ölü yapraklar yükselmiştir; artık bu suyu içmek imkânsızdır, çok kirlidir. Boş ellerle geri döner ve der ki, "Biraz beklemen gerekecek. Ben ileri giderim. Üç, dört kilometre ötede büyük bir ırmak olduğunu duydum. Sana suyu oradan getiririm."
Ama Buda ısrar eder. Der ki, "Geri dön ve suyu aynı dereden getir."
Ananda ısrarın sebebini anlayamaz, ama usta diyorsa öyledir, müridin itaat etmesi gerekir. İşin saçmalığını görmesine rağmen, yine dört buçuk, beş kilometre yürür. Suyun içilemeyeceğini bilmektedir. O giderken Buda der ki, "Ve su hâlâ kirliyse geri dönme. Kirliyse, sessizce kıyıda otur. Hiçbir şey yapma, suya girme. Sessizce kıyıda otur ve izle. Eninde sonunda su yine berraklaşacaktır. O zaman tası doldur ve gel."
Ananda gider. Buda haklıdır: Su neredeyse berraktır, yapraklar gitmiş, çamur dibe yerleşmiştir. Ama henüz tam olarak berrak değildir, bu yüzden derenin akmasını izleyerek kıyıda oturur. Su yavaş yavaş kristal gibi berrak olur. Sonra dans ederek geri döner. O zaman Buda'nın neden bu kadar ısrar ettiğini anlar. İçinde onun için belli bir mesaj vardır ve o mesajı anlamıştır. Suyu Buda'ya verir ve Buda'ya teşekkür ederek ayaklarına dokunur.
Buda der ki, "Ne yapıyorsun? Bana su getirdiğin için benim sana teşekkür etmem gerekir."
Ananda der ki, "Şimdi anlayabiliyorum. Başta kızdım; ama belli etmedim, geri dönmek çok saçma geldiği için kızmıştım. Ama şimdi mesajı anlayabiliyorum. Şu anda ihtiyaç duyduğum şey buydu. Zihnimde de aynı durum var. O küçük derenin kıyısında otururken zihnimin de aynı durumda olduğunu fark ettim. O dereye atlarsam, onu yine kirletirim. Zihnime atlarsam, daha fazla gürültü yaratılır, daha fazla sorun yükselmeye, yüzeye çıkmaya başlar. Yanında otururken tekniği öğrendim.
Şimdi zihnimin yanında oturuyor olacağım, onu tüm kirliliği, sorunları, eski yaprakları, incinmeleri, yaraları, anıları, arzuları ile izleyeceğim. Kayıtsızca kıyıda oturacağım ve her şeyin berraklaşacağı zamanı bekleyeceğim."
Ve bu kendiliğinden olur, çünkü zihninin kıyısına oturduğun an artık ona enerji vermiyorsundur. Gerçek meditasyon budur. Meditasyon aşma sanatıdır.
Freud analizden, Assagioli sentezden bahseder. Budalar hep meditasyondan, farkındalıktan bahsetmiştir.
Meditasyon, farkındalık, gözlemcilik, tanıklık; üçüncü psikolojinin benzerliği buradadır. Hiçbir psikanaliste ihtiyaç yoktur. Onu kendi başına yapabilirsin. Aslında, kendi başına yapmak zorundasın. Ana hatlara ihtiyaç yoktur, bu çok basit bir süreçtir. Sen yapıyorsan basit. Sen yapmıyorsan, çok karmaşık görünür. Meditasyon sözcüğü bile pek çok insanı korkutur. Bunun çok güç, zahmetli bir şey olduğunu düşünürler. Evet, sen yapmazsan güç ve zahmetlidir. Yüzmek gibidir. Yüzmeyi bilmiyorsan çok güçtür. Ama biliyorsan, onun basit bir süreç olduğunu bilirsin. Hiçbir şey yüzmekten daha basit olamaz. Bu hiç de sanat değildir; çok anlık ve çok doğaldır.
Zihninin daha çok farkında ol. Ve zihninin farkında olurken, zihin olmadığının da farkına varacaksın ve devrimin başlangıcı budur. Gittikçe daha yükseğe uçmaya başlamışsındır. Artık zihne bağlı değilsin. Zihin bir kaya gibi işlev gösterir ve seni aşağıda tutar. Seni yerçekimi alanının içinde tutar. Artık zihne bağlı olmadığın an budalık alanına girersin. Yerçekimi üzerindeki gücü kaybettiği anda budalık alanına girersin. Budalık alanına girmek havalanma dünyasına girmek demektir. Yukarı süzülmeye başlarsın. Zihin seni aşağı çeker durur.
Bu yüzden bu bir analiz ya da sentez sorunu değildir. Bu yalnızca farkına varma sorunudur. İşte bu yüzden Doğu'da Freudcu, Jungcu, Adlerci psikoterapiye benzer bir şey geliştirmedik. Artık piyasada onlardan çok var. Tek bir psikoterapi geliştirmedik, çünkü psikoterapilerin iyileştiremediğini biliyoruz. Yaralarını kabullenmene yardım edebilirler, ama iyileştiremezler. İyileştirme artık zihne bağlı olmadığında gelir. Zihinden bağımsız olduğunda, özdeşleşmişlikten kurtulduğunda, bağlarını tamamen kopardığında, kölelik sona erdiğinde, iyileştirme gerçekleşir.
Aşkınlık gerçek terapidir ve yalnızca psikoterapi değildir. Yalnızca psikoloji ile sınırlı bir olgu değildir, bundan çok daha fazlasıdır. Spiritüel değildir. Seni kendi benliğinin içinde iyileştirir. Zihin yalnızca çeperindir, merkezin değildir.
İKİ TÜR BÜYÜME YÖNTEMİ VARDIR, SPİRİTÜEL BÜYÜMENİ kendin yapabilirsin ya da bir grup, bir okul aracılığı ile yapabilirsin. İki tür de Doğu'da hep var olmuştur. Sufi yöntemleri grup yöntemleridir. Hindistan'da da grup yöntemleri var olmuştur, ama Sufizm'deki kadar öne çıkmamıştır.
Ama Batı tamamen grup yönelimlidir. Daha önce hiç, şimdi Batı'da var olduğu kadar çok grup yöntemi olmamış, hiç bu kadar çok insan onlar aracılığı ile çalışmamıştır. Bu yüzden bir açıdan Doğu'nun bireysel çabaları vurguladığı ve onlara sadık kaldığı, Batı'nın grup yöntemlerine daha fazla eğilim gösterdiği söylenebilir. Bu neden böyledir ve fark nedir? Ve bu farkın sebebi nedir?
Grup yöntemleri ancak egon taşınacak bir yük haline geldiği zaman var olabilir. Ego o kadar ağır bir yük olduğu zaman, yalnız kalmak ıstırap olur ve o zaman grup yöntemleri anlam kazanır, çünkü grubun içinde egon çözülebilir.
Ego çok gelişmiş değilse, bireysel yöntemler sana yardım edebilir. Dağlara gidebilir, yalnız kalabilir, hatta ustan ile yalnız çalışmak için bir aşram'da yaşayabilirsin: Sen kendi meditasyonunu yaparsın, diğerleri kendi meditasyonlarını yaparlar. Asla birlikte çalışmazsın.
Hindistan'da, Hindular hiç gruplar halinde dua etmemiştir. Grup duası Hindistan'a ancak Müslümanlık ile girmiştir.
Müslümanlar gruplar halinde dua eder.(2) Hindular hep yalnız dua eder; tapınağa bile yalnız giderler. Bu teke tek bir ilişkidir, sen ve Tanrın.
Egonun yük olacak kadar büyümesine yardım edilmediği zaman bu mümkündür. Hindistan'da, onun büyümesine hiç yardım edilmemiştir. Başlangıçtan beri biz egoya karşı olmuşuzdur. Sen ego içinde büyürsün, ama ego belirsiz, bulanık kalır; alçakgönüllü kalırsın, gerçekte egoist değilsindir. O içinde bir zirve değildir, düz bir zemindir. Sen egoistsin, çünkü herkes öyle olmak zorundadır, ama mutlak egoistler değil. Hep yanlış düşünüyor, kendi kendini aşağı çekiyorsun. Belli durumlarda kışkırtılabiliyorsun ve egon bir zirve oluyor, ama normalde o bir zirve değil, düz bir zemin.
Hindistan'da, ego tıpkı öfke gibidir. Biri seni kışkırtırsa, öfkelenirsin; seni kimse kışkırtmazsa, öfkelenmezsin. Batı'da, ego daimi bir aksesuar gibi olmuştur. Öfke gibi değildir, artık nefes almaktadır. Onu kışkırtmaya gerek yoktur, oradadır, sabit bir olgudur.
Bu ego yüzünden grup faydalı bir şey olur. Grubun içindeyken, grup ile çalışırken, kendini grupla birleştirirken, egonu kolayca bir kenara bırakabilirsin. İşte bu yüzden yalnızca spiritüellikte değil politikada da, bazı olgular yalnızca Batı'da var olabilir: Örneğin faşizm var olabilir, ancak Batı'daki en egoist ülke olan Almanya'da var olabilir. İşte bu yüzden Hitler mümkün olabildi; herkes çok egoist olduğu için, herkes gruba karışma ihtiyacı içindeydi.
Nazi toplantıları, yürüyen milyonlarca insan... Kendini kaybedebilirsin, sen kendin orada olmak zorunda değilsin. Yürüyüş olursun, bando çalar, müzik, sesi hipnotik Hitler, karizmatik bir kişilik. Herkes Hitler'e bakmaktadır, çevrendeki kitle bir okyanus gibidir, sen yalnızca bir dalga haline gelirsin. İyi, taze, genç, mutlu hissedersin. Acını, hüznünü, yalnızlığını, yabancılığını unutursun. Yalnız değilsindir. Yanında öylesine büyük bir kitle vardır ve sen de kitlenin yanındasındır. Bireysel, kişisel endişelerin arkada kalır. Aniden bir açıklık olur, uçuyormuşçasına hafif hissedersin.
Hitler anlamlı bir felsefesi olduğu için başarılı olmadı, felsefesi saçmaydı; çocuksu ve olgunlaşmamıştı. Alman halkını haklı olduğuna ikna ettiğinden değil, konu bu değildir. Alman halkını ikna etmek çok güçtür, en güç şeylerden biridir, çünkü onlar mantıkçıdır. Zihinlerinde mantık vardır, her açıdan akılcıdırlar. Onları ikna etmek güçtür ve Hitler tarafından ikna edilmeleri imkânsız olurdu. Hayır, o halkı ikna etmeye çalışmadı. Hipnotize edici bir grup olgusu yarattı. Onları bu ikna etti.
Hitler'in ne dediği mesele değildi; grubun içindeyken, kitlenin içindeyken ne hissettikleri meselesiydi. Bu öyle yük kaldırıcı bir deneyimdi ki, bu adamı takip etmeye değerdi. Söylediği her ne olursa olsun -doğru ya da yanlış, mantıklı ya da mantıksız, aptalca- onu takip etmek iyi hissettiriyordu. Kendilerinden o kadar sıkılmışlardı ki, kitle tarafından soğurulmak istediler. İşte bu yüzden faşizm, Nazizm ve her tür grup deliliği Batı'da mümkün oldu.
Doğu'da yalnızca Japonya takip edebilirdi, çünkü Japonya Almanya'nın Doğu'daki karşılığıdır. Japonya Doğu'daki en Batılı devlettir. Aynı olgu orada da vardı, bu yüzden Japonya Hitler deliliğine müttefik olabilirdi.
Aynısı başka alanlarda da olmaktadır; dinde, psikolojide. Grup meditasyonu vardır ve gelecek uzun bir dönem boyunca yalnızca grup meditasyonu var olacaktır. Yüz insan birlikteyken -şaşıracaksın, özellikle Batılı zihni bilmeyenler şaşıracak- el ele tutuşarak, birbirini hissederek oturan yüz insan sevinç hisseder.
Hiçbir Hintli sevinç hissetmez. "Ne saçmalık!" der. "Yüz insanla el ele tutuşup çember halinde oturmak nasıl sevinç yaratabilir? Nasıl kendinden geçersin? En fazla, diğerinin elindeki teri hissedersin."
Ama Batı'da, el ele tutuşan yüz insan sevinçli, kendinden geçmiş hisseder. Neden? Çünkü ego yüzünden el ele tutuşmak bile imkânsız olmuştur. Karı koca bile birlikte değildirler. Birleşik aile yok olmuştur, bu eski bir grup olgusudur. Toplum yok olmuştur. Artık Batı'da, toplum gerçekte yoktur. Yalnız hareket edersin.
Amerika'da -istatistikleri okuyordum- herkes üç sene sonra bir başka kasabaya taşınıyor. Hindistan'da şimdi, köydeki bir adam orada kalır. Yalnızca o da değil, ailesi yüzyıllar boyunca orada kalmıştır. O topraktaki kökleri derindir. Herkesle akrabadır, herkesi tanır, herkes onu tanır. Bir yabancı değildir, yalnız değildir. Köyün bir parçası olarak yaşar, hep öyle olmuştur. Orada doğmuştur, orada ölecektir.
Amerika'da, insanlar ortalama üç yılda bir taşınır. Bu var olmuş en göçebe medeniyettir, avareler; evsiz, ailesiz, kasabasız, köysüz, gerçekte yuvasız. Yalnızca üç yıl içinde nasıl kök salabilirsin? Nereye gidersen git yabancısın. Kitle çevrendedir, ama sen onunla ilişkili değilsin. İlişkisizsen, tüm yük bireysel olur.
Bir grup halinde otururken, bir tanışma grubunda ya da büyüme grubunda, birbirinin bedenine dokunurken, topluluğun parçası olursun. Birbirinin eline dokunurken, birbirine tutunurken, birbirinin yanında uzanırken, bir yığın halinde birbirinin tepesinde uzanırken birlik hissedersin. Dindarca bir sevinç duyulur! Dans eden, birbirine dokunan, birbirinin çevresinde hareket eden yüz insan bir olur. Birleşirler, ego birkaç dakikalığına çözülür. O birleşme dua dolu bir şey olur.
Politikacılar bunu yıkıcı amaçlar için kullanabilir. Spiritüellik onu çok yaratıcı bir biçimde kullanabilir. Bu, meditasyon olabilir.
Doğu'da, insanlar çok fazla toplum içindedir. Bu yüzden spiritüel bir boşluk içinde olmak istedikleri zaman Himalayalar'a gitmek isterler. Toplum çok fazla çevrelerindedir. Kendilerinden bıkmamışlardır, toplumdan bıkmışlardır! Fark budur.
Batı'da, kendinden bıkmışsındır ve toplum ile, başkaları ile iletişim içinde olmak için bir köprü istersin; bir köprüyü nasıl yaratırsın, nasıl başkasına geçer, böylece kendini unutursun. Doğu'da, insanlar toplumdan bıkmıştır. Onunla o kadar uzun süre yaşamışlardır ki, toplum o kadar çevrelerindedir ki, artık özgürlük hissedemezler. Bu yüzden biri özgür, sessiz olmak istediğinde Himalayalar'a kaçar.
Batı'da, sen topluma koşarsın; Doğu'da, insanlar toplumdan kaçar. İşte bu yüzden Doğu'da bireysel yöntemler var olageldi; grup yöntemleri Batı'da var oldu.
Ben ne yapıyorum? Benim yöntemim bir sentezdir. Dinamik Meditasyon'un ilk adımlarında bir grubun parçasısın; sonuncu kısımda grup yok olur, yalnız kalırsın. Bunu özel bir sebep yüzünden yapıyorum, çünkü artık Doğu ile Batı anlamsızlaşmıştır. Doğu yüzünü Batı'ya çevirmektedir; Batı yüzünü Doğu'ya çevirmektedir. Kısa süre sonra Doğu ve Batı kalmayacaktır, tek bir dünya olacaktır.
Bu coğrafi bölünme çok uzun süre var olmuştur; artık var olamaz. Teknoloji onu çoktan yok etmiştir, çoktan kaybolmuştur, ama akıldaki alışkanlığa bağlı bir tavır yüzünden devam eder. Yalnızca zihinsel bir olgu olarak devam eder, artık aslında yoktur. Kısa süre sonra Doğu ve Batı olmayacaktır, yalnızca tek bir dünya olacaktır. O zaten oradadır. Görebilenler, orada olduğunu çoktan görmüştür.
Bir senteze ihtiyaç vardır, grup ve birey bir arada. Başlangıçta bir grubun içinde çalışırsın; sonra, tamamen kendin olursun. Toplumdan başla ve kendine ulaş. Topluluktan kaçma; dünyanın içinde yaşa, ama dünyadan olma. İlişkili ol, ama yine de yalnız kal. Sev ve meditasyon yap; meditasyon yap ve sev; ama tercih yapma. Benim yaklaşımım sevgi artı meditasyondur.
KADİM MEDİTASYON YÖNTEMLERİNİN HEPSİ DOĞU'DA geliştirilmiştir. Batılı insanı hiç düşünmemişlerdir; Batılı insan dışarıda tutulmuştur. Ben yalnızca Doğulu insan için olmayan, Doğulu ya da Batılı, herkes için olan teknikler yaratıyorum. Doğu geleneği ile Batı geleneği arasında bir fark vardır ve zihni yaratan gelenektir. Örneğin, Doğulu zihin çok sabırlıdır. Binlerce yıldır onlara, koşullar ne olursa olsun sabırlı olmaları öğretilmiştir. Batılı zihin çok sabırsızdır. Aynı teknik yöntemler her ikisine birden uygulanamaz.
Doğulu zihin başarıda ya da başarısızlıkta, zenginlikte ya da fakirlikte, hastalıkta ya da sağlıkta belli bir dengenin korunması için koşullanmıştır. Batılı zihnin böyle bir dengeden haberi yoktur; çok fazla kargaşa yaşar. Başarı ile alt üst olur; dünyanın tepesinde hissetmeye başlar, belli bir üstünlük kompleksi hissetmeye başlar. Başarısızlıkta karşı uca gider; yedinci cehenneme düşer. Sefildir, derin acı içindedir ve muazzam bir aşağılık kompleksi hisseder. Paramparça olur.
Ve yaşam bunların ikisini de içermektedir. Güzel olan anlar vardır, çirkin olan anlar vardır. Âşık olduğun anlar vardır, öfkeli, nefret dolu olduğun anlar vardır. Batılı zihin durumla değişir. Hep kargaşa içindedir. Doğulu zihin eğitimlidir... Bu bir koşullamadır, bir devrim değildir, yalnızca eğitim, disiplin, pratiktir. Yüzeyin altında aynıdır, ama yoğun bir koşullama onun belli bir dengeyi korumasını sağlar.
Doğulu zihin çok yavaştır, çünkü hızlı olmasının gereği yoktur; yaşam kendi hızında ilerler, her şey kader tarafından belirlenir, bu yüzden ne elde edersen et, hızın, acelen ile elde etmezsin. Kaderine yazılmış olanı elde edersin. Bu yüzden acele etme sorunu yoktur. Bir şey olacaksa olur; ne bir saniye önce, ne bir saniye sonra.
Bu Doğu'da yavaş bir akış yaratmıştır. Irmak sanki akmıyor gibi görünür; o kadar yavaştır ki, akışı göremezsin. Dahası, Doğulu koşullaması öyledir ki, çoktan milyonlarca ömür sürmüşsündür ve daha önünde yaşanacak milyonlarca ömür vardır, bu yüzden yaşam süresi yalnızca yetmiş yıl değildir; yaşam süresi engin ve muazzamdır. Acele yoktur; çok fazla zaman vardır: Neden telaş edesin? Bir şey bu yaşamda olmazsa, başka bir yaşamda olabilir.
Batılı zihin çok hızlıdır, çünkü yalnızca tek bir ömür için koşullanmıştır -yetmiş yıl- ve yapılacak çok şey vardır. Yaşamının üçte biri uykuda geçer, üçte biri eğitimde, öğretimde geçer. Geriye ne kalır?
Çoğu hayatını kazanmakla geçer. Her şeyi sayarsan şaşırırsın: Yetmiş yılın içinde yapmayı istediğin şeyler için yalnızca yedi yıl kalır. Doğal olarak telaş vardır, çılgın bir koşu, öyle çılgın ki, insan nereye gittiğini unutur. Tek hatırladığın hızlı gidip gitmediğin olur. Araç, amaç olur.
Aynı şekilde, farklı yönlerde... Doğulu zihin kendini Batılı zihinden farklı işlemiştir. Doğu'da geliştirilmiş o yüz on iki meditasyon yöntemi Batılı insanı hiç hesaba katmamıştır; Batılı insan için geliştirilmemiştir. Batılı insan o zaman henüz yoktu. Vigyan Bhairva Tantra yazıldığı zaman -onda yüz on iki teknik mükemmelliğe ulaşır- bizden neredeyse beş bin yıl önceydi.
O zamanlarda Batılı insan, Batı toplumu, Batı kültürü yoktu. Batı hâlâ barbardı, ilkeldi, hesaba katmaya değmezdi. Bütün dünya Doğu'ydu, büyümenin, zenginliğin, medeniyetin doruğundaydı.
Benim meditasyon yöntemlerim gereklilikten doğmuştur. Ben Doğu ile Batı arasındaki ayrımın yok olmasını istiyorum.
Şiva'nın(3) Vigyan Bhairva Tantra'sından sonra, o beş bin yıl içinde kimse tek bir yöntem geliştirmemiştir. Ama ben Doğu ile Batı arasındaki farkları izliyorum: İkisine aynı yöntem uygulanamaz. İlk önce, Doğulu ve Batılı zihnin aynı duruma getirilmesi gerekir. Dinamik Meditasyon, Kundalini Meditasyonu teknikleri ve diğerlerinin hepsi katarsis teknikleridir; temelleri katarsistir.
Zihnini dolduran onca çöpü atmalısın. Yükünü atmadıkça sessiz oturamazsın. Bu bir çocuğa köşede sessizce oturmasını söylemek gibi olur. Çok güçtür, çocuk büyük enerjiyle doludur. Bir volkanı baskılamaktasındır! En iyi yol, ilk önce ona, "Dışarı çık ve evin çevresinde on kez koş; sonra gel ve köşede otur." demektir.
O zaman mümkün olur, sen onu mümkün kılmalısın. Çocuk artık oturmak, gevşemek ister. Yorgundur, bitkindir; artık orada oturmak enerjisini baskılamak değildir, o evin çevresinde on kez koşarak enerjisini ifade etmiştir. Artık rahattır.
Katarsis yöntemleri basitçe tüm sabırsızlığını, telaşını, hızını, baskılamalarını dışarı atmaktır.
Bir faktör daha hatırlanmalıdır: Batılı insanın vipassana gibi -sessizce, hiçbir şey yapmadan oturmak ve otların kendi kendine büyümesi- bir şey yapmadan önce bunları yapması kesinlikle şarttır. Ama sessizce, hiçbir şey yapmadan oturulmalıdır. Bu, otların kendi kendine büyümesi için temel koşuldur. Hiçbir şey yapmadan, sessizce oturamazsan, otları rahatsız edersin.
Ben bahçeleri hep çok sevdim ve nerede yaşadıysam güzel parklar, çimenlikler yarattım. Çimenlerin üzerinde oturup insanlarla konuşurdum ve hepsinin otları yolduğunu fark ettim... Telaşlı bir enerji. Yapacak hiçbir şeyleri olmazsa, otları yoluyorlar. Onlara, "Bunu yapmaya devam edersen, odada oturmak zorunda kalacaksın. Çimenliğimi mahvetmene izin veremem." demek zorunda kalıyordum.
Bir süre dururlar, beni dinlerken elleri bilinçsizce yine otları yolmaya başlardı. Bu yüzden hiçbir şey yapmadan sessizce oturmak, gerçekte sessizce oturup bir şey yapmamak değildir. Otlara büyük bir iyilik yapmaktır! Hiçbir şey yapmadığın sürece otlar büyüyemez; sen onları durdurursun, yolarsın, rahatsız edersin.
Bu yüzden, bu yöntemler Batılı zihin için kesinlikle gereklidir. Ama işin içine yeni bir faktör girmiştir: Doğulu zihin için de gerekli olmuştur. Şiva'nın o yüz on iki meditasyon yöntemini yazdığı zihin artık yoktur, Doğu'da bile. Batı etkisi muazzam olmuştur. Her şey değişmiştir. Şiva'nın zamanında Batı medeniyeti yoktu. Doğu ihtişamının zirvesindeydi; ona "altın kuş" deniyordu. Her tür lüks ve rahatlık vardı: Gerçekten refah doluydu.
Artık durum tersine döndü: Doğu iki bin yıldır köle, dünyadaki neredeyse herkes tarafından sömürüldü, bir düzine ülke tarafından istila edildi, devamlı yağmalandı, tecavüze uğradı, yakıldı. O artık bir dilenci.
Ve Hindistan'da üç yüz yıllık İngiliz hâkimiyeti Hindistan'ın kendi eğitim sistemini yok etti. Bu tamamen farklı bir şeydi. Doğulu zihni Batı standartlarına göre eğitilmeye zorladılar. Doğu aydınını neredeyse ikinci sınıf Batı aydınına dönüştürdüler. Kendi hız, telaş, sabırsızlık, daimi ıstırap, endişe hastalıklarını Doğu'ya aşıladılar.
Khajuraho ya da Konarak tapınaklarını görürsen, Doğu'yu kendi renkleri içinde görebilirsin.
Sırf Khajuraho'da yüz tapınak vardır; yalnızca otuz tanesi ayaktadır, yetmiş tanesi Müslümanlar tarafından yok edilmiştir. Muazzam güzelliğe ve heykellere sahip binlerce tapınak Müslümanlar tarafından yok edilmiştir. Bu otuz tanesi ayakta kalmıştır; bu yalnızca tesadüftür, çünkü ormanın parçasıdırlar. Belki istilacılar onları unutmuştur.
Ama Hint zihni üzerindeki İngiliz etkisi çok büyüktü, Mahatma Gandhi gibi bir adam bile kimse göremesin diye o otuz tapınağın çamurla kaplanmasını istedi. O yüz tapınağı yaratan insanları bir düşünün... Her tapınağın inşa edilmesi yüzyıllar almış olmalı. Yapıları çok narin, çok orantılı, çok güzeldir, yeryüzünde onlara denk hiçbir şey yoktur.
Ve tapınakların yalnız durmadığını hayal edebilirsin; yüz tapınak varsa, binlerce insandan oluşan bir şehir de olmalı; aksi halde yüz tapınak anlamsız olurdu. O insanlar nerededir? O tapınaklarla birlikte insanlar da katledilmiştir.
Ve o tapınakları örnek verebilirim, çünkü heykelleri Batılı zihne pornografik gelmiştir; Mahatma Gandhi'ye pornografik gelmiştir.
Hindistan'ın Rabindranath Tagore'ye çok borcu vardır. Tapınakları çamurla kaplamaya, onları insanların gözlerinden gizlemeye hazır Mahatma Gandhi ile diğer politikacıları engelleyen adam odur. Rabindranath Tagore şöyle dedi, "Bu tamamen saçmalık. Onlar pornografik değil, çok estetik."
Pornografi ile estetik arasında çok ince bir çizgi vardır. Çıplak bir kadın mutlaka pornografik değildir; çıplak bir adam mutlaka pornografik değildir. Yakışıklı bir adam, güzel bir kadın çıplakken estetik, sağlık, orantı örnekleri olabilir. Onlar doğanın en ihtişamlı ürünleridir. Bir geyik çıplak ve güzel olabiliyorsa -ve kimse geyiğin pornografik olduğunu düşünmez- o zaman neden çıplak bir adam ya da kadın yalnızca güzel olarak düşünülmesin?
Victoria çağında, bacaklar çıplak kalmamalı diye sandalyelerin bacaklarını kumaşla kaplayan hanımefendiler vardı. Sandalye bacakları! Ama isimleri bacak olduğu için, onları çıplak bırakmak gayri medeni, kültürsüzce bulunuyordu. Victoria zamanında, köpeklerini yürüyüşe çıkarırken kumaşla kaplamak gerektiğini düşünenler vardı. Köpekler çıplak olamazdı, çıplaklığın kendisi pornografikmiş gibi. Asıl pornografik olan zihindir.
Ben yüzlerce defa Khajuraho'ya gittim ve tek bir heykeli dahi pornografik olarak görmedim. Çıplak bir resim, çıplak bir heykel, ancak cinselliğini kışkırtırsa pornografiktir. Tek kriter budur: Cinselliğini kışkırtıyorsa, cinsel içgüdülerini harekete geçiriyorsa. Ama Khajuraho'da durum bu değildir. Aslında tapınaklar tam aksi amaç için inşa edilmiştir.
Onlar aşk yapan erkek ve kadın üzerine meditasyon yapmak için yapılmıştır. Ve taşlar canlanmıştır. Onları yapan insanlar dünyanın tanıdığı en büyük sanatçılar olmalı. Onlar üzerinde meditasyon yapılsın, meditasyon hedefleri olsun diye yapılmıştır.
O bir tapınak ve meditasyon yapanlar çevrede oturuyor, heykellere bakıyor, yükselen cinsel arzu var mı, görmek için kendi içlerine bakıyorlardı. Kriter buydu: Cinsel arzu yükselmediğini görmek, bu tapınaklara girmek için onay anlamına geliyordu. Tüm bu çıplak heykeller tapınağın dışındadır, dış duvarlarda; içeride çıplak heykeller yoktur.
Ama bu insanların meditasyon yapması için gerekliydi ve o zaman arzu olmadığı konusunda emin oluyorlardı; tam tersine, o heykeller sıradan cinsel arzularının dinmesini sağlıyordu. Öyle bir arzuya sahip olmak ve tapınağa girmek kutsal şeylere saygısızlık olurdu. Bu, tapınağı kirletirdi, tapınağa hakaret sayılırdı.
O tapınakları yaratan insanlar aynı zamanda muazzam, geniş bir edebiyat yarattılar. Doğu cinselliği asla baskılamadı. Buda ve Mahavira'dan önce, Doğu cinselliği hiç baskılamadı. İlk defa Buda ve Mahavira ile birlikte cinsellikten uzaklaşmak spiritüel sayıldı. Bunun dışında, Buda ve Mahavira'dan önce, Upanişadları, Vedaları haber verenler hep evli insanlardı; cinsellikten kaçınmıyorlardı, çocukları vardı.
Ve onlar dünyadan vazgeçen insanlar değillerdi; her tür lükse ve rahata sahiptiler. Ormanlarda yaşıyorlardı, ama öğrencileri, krallar ve aşıkları onlara her şeyi sunuyordu. Ve ormandaki aşramları, okulları, akademileri büyük refah içindeydi.
Buda ve Mahavira ile birlikte Doğu hastalıklı bir cinsellikten kaçınma, baskılama geleneği başlattı. Ve Hindistan'a Hıristiyanlık geldiğinde, büyük bir baskılama eğilimi getirdi. Bu üç yüz yıllık Hıristiyanlık Doğu zihnini neredeyse Batı zihni kadar baskıcı kıldı. Bu yüzden benim yöntemlerim her ikisi için de uygulanabilir. Ben onlara öncel yöntemler diyorum. Senin sessiz bir meditasyona girmeni engelleyen her şeyi yok edecekler. Dinamik Meditasyon ve Kundalini Meditasyonu başarılı olunca, temizlenmiş olacaksın. Baskılanan şeyleri silmiş olacaksın. Hızı, telaşı, sabırsızlığı silmiş olacaksın. Artık tapınağa girmen mümkün olacak.
İşte bu yüzden cinselliğin kabullenilmesinden bahsediyorum, çünkü cinsellik kabullenilmeden baskılamadan kurtulamazsın. Ve ben senin tamamen temiz ve doğal olmanı istiyorum. Ben senin o yüz on iki yöntemin uygulanabileceği bir durumda olmanı istiyorum.
İşte bu yüzden bu yöntemleri tasarladım. Bunlar basit arındırma yöntemleri.
Batılı tedavi yöntemlerini de içine kattım, çünkü Batılı zihin ve onun etkisi altındaki Doğulu zihin, ikisi de hastadır. Bugün sağlıklı bir zihin bulmak nadir bir olgudur. Herkes belli bir mide bulantısı, zihinsel bulantı, belli bir boşluk hissetmektedir ve bu acıyan bir yara gibidir. Herkes yaşamını kâbus gibi yaşamaktadır. Herkes endişelidir, herkes ölümden çok korkar; yalnızca ölümden değil, yaşamdan da korkar.
İnsanlar yarım gönüllülükle yaşarlar, ılık bir şekilde yaşarlar: Yunanlı Zorba gibi yoğun yaşamazlar, sağlıklı bir lezzetle değil, hastalıklı bir zihinle yaşarlar. İnsanın yaşaması gereklidir, bu yüzden yaşarlar. İnsanın sevmesi gereklidir, bu yüzden severler. İnsanın şunu yapması, böyle olması gereklidir, bu yüzden takip ederler; aksi halde kendi benliklerinden gelmeleri için özendirecek bir şey yoktur.
Enerji ile dolup taşmamaktadırlar. Tamamen yaşamak için hiçbir şeyi riske atmamaktadırlar. Maceracı değildirler. Maceracı olmadan insan sağlıklı olamaz. Kriter maceradır, kriter bilinmeyeni sorgulamaktır. İnsanlar genç değildir, çocukluklarından itibaren yaşlıdırlar. Gençlik asla gerçekleşmez.
Batılı tedavi yöntemleri senin spiritüel olarak büyümene yardım edemez, ama zemini hazırlayabilir. Çiçeklerin tohumlarını ekemez, ama toprağı hazırlayabilir. Bu şarttır. İşte bu yüzden terapileri de işin içine kattım.
Bir sebep daha var: Ben Doğu ile Batı'nın birleşmesini istiyorum.
Doğu meditasyon yöntemlerini geliştirmiştir; Batı meditasyon yöntemleri geliştirmemiştir, Batı psikoterapileri geliştirmiştir. Batılı zihnin meditasyon yöntemleri ile ilgilenmesini istiyorsak, sen Doğulu zihnin Batı'ya daha yaklaşmasını istiyorsan, o zaman verilecek ve alınacak bir şeyler vardır. Bu yalnızca Doğulu olmamalıdır, Batı evriminden de bir şeyler katılmalıdır. Ve ben o terapileri çok faydalı buluyorum. Fazla uzağa gidemiyorlar, ama gidebildikleri kadarı iyi. Durdukları yerde, meditasyon işi devralabilir.
Ama Batılı zihin kendine has bir şeyin de birleşmeye katılmış olduğunu hissetmelidir; tek yanlı olmamalıdır. Ve onlar önemlidir; zarar veremezler, ancak faydalı olabilirler.
Ve ben onları büyük başarı ile kullandım. İnsanların benliklerini temizlemelerine yardım etti, onları meditasyon tapınağına girmeye hazırladı. Benim çabam Doğu ile Batı arasındaki ayrımı kaldırmak. Yeryüzü bir olmalı, yalnızca politik olarak değil, spiritüel olarak da.
Ve bazı insanlar bunun akıllıca bir beyin yıkama yöntemi olduğunu düşünüyor. Bu daha fazlası: Bu beyin yıkama değil, zihin yıkama. Beyin yıkama çok yüzeyseldir. Beyin zihnin kullandığı mekanizmadır. Beyni çok kolay yıkayabilirsin. Herhangi bir mekanizma yıkanabilir, temizlenebilir, yağlanabilir. Ama beynin arkasındaki zihin kirlenmişse, pisse, baskılanmış arzularla doluysa, çirkinlikle doluysa, beyin kısa süre sonra o çirkin şeylerle dolar.
Ve ben bunda yanlış bir şey göremiyorum, yıkamak her zaman iyidir. Ben kuru temizlemeye inanırım. Eski yıkama yöntemlerini kullanmam.
Ve evet, insanlar zihinleri alıp götürüldüğü için kendilerini aldatılmış hissedecekler ve sahip oldukları tek kıymetli şey oydu. Bu yalnızca başlangıç olacak. Zihin alınıp götürüldükten sonra, asıl hazinelerinin zihin arkasında olduğunu görünce şaşıracaklar. Ve zihin yalnızca bir aynadır, hazineyi yansıtmaktadır, ama kendi içinde bir hazine değildir. Hazine zihnin arkasındadır, senin kendi benliğindir. Ama bir ayna seni aldatabilir. Sana yansıyan şeyin gerçeklik olduğu fikrini verebilir. Meditasyon, bir zihinsizlik durumudur. Bu zihnini alıp götürmek, sana benliğinin hazinesinin yansımasını değil, kendi benliğini görme şansı vermektir.
--------------------------------------------------------------------------------
(1) "kendinden geçme" (Çev. n.)
(2) namaz kılar. (Çev. n.)
(3) Şiva: "Vedik dönemde doğanın fırtına şimşek veya yangın gibi yıkıcı felaketlerin kişileştirilmiş tanrısı olan Rudra epik dönemde Şiva olarak adlandırılır. Kaynak: Korhan Kaya, Hint Mitolojisi Sözlüğü, İmge Kitabevi, Şubat 2003, s. 182. (Ed. n.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder