Ben bir siklonun(1) merkeziyim, bu yüzden benim çevremde ne olursa olsun, benim için fark etmez. Kargaşa olabilir, akan suyun güzelim sesi olabilir; ben yalnızca ikisinin de tanığıyım ve tanık aynı kalır. Benim en içteki benliğim söz konusu olduğunda, her durumda ben yine aynıyım. Benim bütün öğretim budur: Her şey değişebilir, ama bilincin hiç değişmeden kalmalıdır.
Her şey değişecektir, doğaları budur. Bir gün başarılı, bir gün başarısız olacaksın; bir gün zirvede, bir gün dipte olacaksın. Ama içinde bir şey hep aynı kalacak ve o bir şey senin gerçekliğindir. Ben kendi gerçekliğimde yaşarım, gerçekliği çevreleyen onca rüya, onca kâbus içinde değil.
11 ARALIK 1931
Osho Kuchwada'da, Hindistan'ın Madhya Pradesh isimli eyaletinin ortasında, annesinin ebeveynlerinin yaşadığı bir köyde doğdu.
1932-1939: KUCHWADA
Babaannesinin ölümünden sonra, onun en küçük çocuklarının ve aile işlerinin sorumluluğu Osho'nun genç anne babasının omuzlarına bindi. Osho annesinin ebeveynleri ile yaşamaya gitti. Onlar çocuğa sıra dışı bir özgürlük ve saygı atmosferi sağladılar. Osho'nun ve çocukluğunda onu tanıyanların anlatımlarına göre, gözüpek ve yaramaz bir çocuktu, kendi fiziksel sınırlarını sınamak ve kendini büyük görme ve ikiyüzlülüğe meydan okumak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu.
1938-1951: GADARWADA
Dedesinin ölümünden sonra Osho ve anneannesi birlikte Kuchwada'ya, Osho'nun anne babasının yaşadığı yere taşındılar. Osho burada ilk defa okula yazıldı. Yaramazlık yaptığı ve öğretmenlerine meydan okuduğu zamanların dışında, Osho anneannesi ve dedesi ile yaşadığı ilk yıllardaki maceracı ve genellikle yalnız yaşam tarzına devam etti. 1945'te, on dört yaşındayken yedi günlük ölümü bekleme deneyini yaşadı. Bunun sebebi kısmen, doğum haritasını yapmak için tutulan bir astrologun sıra dışı öngörüsüydü. (s.85-87)
21 MART 1953: AYDINLANMA
1951-1956: ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ
Osho felsefe eğitimi aldı ve münazara yarışmalarında pek çok ödül kazandı. Jain Koleji'nden onur derecesi ile mezun oldu ve Prof. S. S. Roy tarafından, master eğitimi için Sagar Üniversitesi'ne davet edildi.
1957-1970: PROFESÖR VE KONUŞMACI
Osho ilk önce Raipur'daki Sanskrit Koleji'nde, sonra felsefe dersi verdiği Jabalpur Üniversitesi'nde görev kabul etti. Onun öğretime tutucu olmayan ve meydan okuyucu yaklaşımı derslerine, kredi için yazılmış olsalar da olmasalar da, pek çok öğrenci çekti. Yıllar geçtikçe öğretim görevleri için gittikçe daha az zaman harcamaya başladı ve Hindistan'ın her yerinde halk içinde konuşmak için yolculuklar yapmaya başladı.
1962: İLK MEDİTASYON MERKEZLERİ
Yolculukları ve konuşmaları sırasında, Osho sık sık konuşmalarının sonunda rehberli meditasyonlar düzenledi. Öğretileri çevresinde ortaya çıkan ilk meditasyon merkezleri Jivan Jagruti Kendras (Yaşam Uyandırma Merkezleri) olarak bilinir ve hareketi Jivan Jagruti Andolan (Yaşam Uyandırma Hareketi) olarak adlandırıldı.
Meditasyon tapınakları ve merkezleri sayesinde, bilimsel bir şekilde çağdaş insanı meditasyonla tanıştırmak istiyorum. Yalnızca entelektüel bir şekilde değil, onu meditasyonla deneysel bir şekilde tanıştırmak isterim. Ancak yaparak öğrendiğimiz bazı şeyler vardır.
Meditasyon merkezleri çağdaş insanın dil ve simgeler aracılığı ile meditasyonu anlayabildiği bilimsel yerlerdir. Yalnızca bu kadar da değil, meditasyon yapabilir ve onunla tanışabilir. Bunun için dünyada yüz on iki yöntem vardır. Bu yöntemlerin detaylı bilimsel temeline meditasyon merkezlerinde girmek isterim. Böylece yalnızca anlamakla kalmazsın, yapabilirsin de.
1962-1974: MEDİTASYON KAMPLARI
Osho konuşmalarına ek olarak kırlarda 3-10 günlük "meditasyon kampları" düzenlemeye, burada günlük konuşmalar yapmaya ve meditasyona katılanlara kişisel olarak rehberlik etmeye başladı.
Elli bin, yüz bin kişilik kalabalıklara konuşurdum ve her şeyin bir kulaklarından girip, ötekinden çıktığını bilirdim; orada otururlardı işte. Bu insanlar beni seviyordu, ama söylediklerimi anladıklarından değil, onu söyleme tarzımdan dolayı. Varlığımı seviyorlardı, ama onlar arayıcı değildi.
Durumu görünce -kalabalığa konuşmanın boşunalığını görünce- az insan toplamaya başladım. Tek yol kalabalıklara konuşmayı bırakmaktı. Bir dağa çıkar, yedi, on günlüğüne dağa gelmek isteyen olursa benimle gelebileceğini bildirirdim. Doğal olarak, insan işinden on günlük izin alabiliyorsa, konuya ilgisi vardır; bu yalnızca merak olamaz. Karısını, çocuklarını ve işini on günlüğüne bırakıyorsa, en azından yalnızca meraklı olmadığının, gerçekten bilmek istediğinin işaretidir. Meditasyon kampları işte böyle başladı.
HAZİRAN 1964: RANAKPUR MEDİTASYON KAMPI
Ranakpur Meditasyon Kampı, Osho'nun çalışmalarında bir dönüm noktası oldu, çünkü ilk defa söylevleri ve meditasyonları kaydedildi ve bir kitapta yayınlandı: Kendini Fark edişe Giden Yol. Kitap Hindistan'da büyük övgü aldı. Osho daha sonra bu kitabın, hiç değişmeyen tüm öğretisini içerdiğini belirtti. Kitap artık Mükemmel Yol (Rebel Press - Hause, Hindistan) adıyla basılmaktadır. Kampın başlangıcında, katılım için üç kılavuz verdi:
İlk kural şudur: Şu anda yaşa. Yalnızca şu an gerçektir ve canlıdır. Ve eğer gerçek bilinecekse, ancak şu an aracılığı ile bilinir.
İkinci kural şudur: Doğal olarak yaşa. Nasıl bir oyundaki aktörler gösteriden sonra kostümlerini ve makyajlarını çıkarıyor, bir kenara koyuyorsa, bu beş günde (Ranakpur Meditasyon Kampı'nda geçirilen beş günde) sahte maskelerini çıkarmalı, bir kenara koymalısın. Bırak içinde temel ve doğal olan dışarı çıksın ve onun içinde yaşa.
Üçüncü kural şudur: Yalnız yaşa. İçeride, bazı şeylerin kalabalık etmesine izin verme. Ve aynısı dışarısı için de doğrudur. Bu kampta yalnızmışsın gibi kendi kendine yaşa. Kimseyle ilişki kurmaya çalışma.
HAZİRAN 1966: JYOTI SIKHA
(YAŞAM UYANDIRMA) DERGİSİ
Bombay'daki Jivan Jagruti Kendra tarafından Hindi dilinde, on beş günlük bir dergi çıkarılmaya başladı. Merkez, Osho'nun konuşmalarından çözülmüş kitapların da resmi basımevi oldu. O zamana kadar, genellikle "Açarya Rajneesh" olarak bilinirdi.
1968: CİNSELLİKTEN ÜSTÜN BİLİNÇLİLİĞE
Osho "aşk" üzerine beş konuşma yapması için Bombay'a, prestijli Bharatiya Bhavan Oditoryumu'na davet edildi. 28 Ağustos'taki ilk söylevinde Osho sevgi ve meditasyonun cinsel enerjinin dönüşmesi olarak doğduğunu, cinsellik baskılandığı zaman dönüşemeyeceğini açıkladı. Pek çok insan cinsellik hakkında konuştuğu için büyük öfkeye kapıldı ve oditoryumun sahipleri konuşma dizisini iptal etti.
28 Eylülde Osho Gwalia Tank Maidan'da, büyük bir kalabalık karşısında konuşmalarını tamamlamak üzere Bombay'a döndü. Konuşma dizisi Cinsellikten Üstün Bilinçliliğe başlığı altında yayınlandı ve en çok okunan kitabı oldu. Hint medyası ondan "seks gurusu" diye bahsetmeye başladı.
Aşk hakkındaki ilk gerçeği bilmek istersen, ilk önce cinselliğin kutsallığını kabul etmelisin, Tanrı'nın varlığını kabul ettiğin gibi cinselliğin ilahiliğini kabul etmelisin, açık bir yürekle. Ve cinselliği açık yürek ve zihinle ne kadar çok kabul edersen, ondan o kadar özgürleşirsin. Ama onu ne kadar çok baskılarsan, ona o kadar bağlı olursun...
O gün konuşmamı bitirdiğim zaman platformdaki tüm resmi görevlilerin, toplantıyı ayarlayan tüm dostların yok olup gittiğini görünce şaşırdım. Gitmek için koridorda yürürken hiçbirini görmedim...
Bana teşekkür etmek için asıl organizatör bile gelmedi. Daha önce gördüğüm hiçbir beyaz şapkalı (o zamana dek Osho'nun destekçisi olan Gandhi'ciler), khadi giyimli insanlar, kürsüde değildi; konuşma tamamlanmadan uzun zaman önce kaçmışlardı. Önderleri çok zayıf biriydi. Ve hızlı! Takipçilerinden önce kaçmışlardı.
1970-1974: BOMBAY
27 Haziran 1970'te, yıllarca profesörlük yaptığı ve yaşadığı Jabalpur'da Osho için bir uğurlama kutlaması düzenlendi. 1 Temmuz'da Osho Bombay'a taşındı ve yaklaşık elli kişiye düzenli akşam söylevleri vermeye başladı. Söylevler zaman zaman bir meditasyon, şarkı ve dansla bitiyordu. Yalnızca önemli konuşma sözlerini yerine getirmek için yolculuk etti ve Aralık'a kadar bunlar da bitti.
Kendimi yavaş yavaş bir odaya kapatacağım: Gelip gitmeyi bırakacağım. Artık aklımdakilerle çalışacağım. Onları hazırlayacağım ve dışarı yollayacağım. Bir mekândan bir mekâna gitmeyi kendim yapamıyorum, ama on bin insanı yollayarak yapabilirim.
Benim için din de bilimsel bir süreçtir, bu yüzden aklımda bunun için tamamen bilimsel bir teknik var. İnsanlar hazır oldukça, bilimsel teknik onlara aktarılacak. O tekniğin yardımı ile binlerce insan üzerinde çalışacaklar. Bunun için benim varlığıma ihtiyaç yok. Ben yalnızca o amacı yerine getirecek insanları bulmak için gerekliydim.
1970: DİNAMİK MEDİTASYON TANITILDI
Nisan 1970'te Osho, Dinamik Meditasyon adını verdiği, devrimci bir katarsis tekniği sundu. Mayıs'ta Nargol Meditasyon Kampında bu meditasyonla ilgili deneyler yönetti ve sonraki üç sene içinde tekniği mükemmelleştirdi. Dinamik Meditasyon en ünlü ve geniş uygulama alanı olan meditasyon tekniği oldu.
Bir dost sordu, "Eski meditasyon derslerinde bizden hep gevşememizi, kıpırtısızlaşmamızı, sessizleşmemizi, farkında olmamızı istedin. Ve şimdi derin nefes sırasında ve 'Ben kimim?' sorusu ile tüm çabamızı göstermemizi istiyorsun. Bu iki teknikten hangisi iyi?"
Burada iyi ve kötü meselesi yok. Ne demek istediğini anlıyorum, ama bu bir iyi ve kötü meselesi değil. Yalnızca hangi tekniğin daha fazla huzur verdiğini, meditasyonunun momentumuna katkıda bulunduğunu anlaman gerekli. Herkes için aynı olamaz; herkes bunu farklı yaşar. Gevşemeyi ancak yere düşene kadar koştuktan sonra başarabilen insanlar var. Ve hemen gevşeme durumuna girebilen insanlar var; ama bunlar çok az ve birbirlerinden çok uzakta. Doğrudan sessizliğe girmek güçtür; bunu yalnızca bir avuç insan yapabilir, insanların çoğunluğu için, gevşemeden önce yoğun bir çabaya ve gerilime girmek gereklidir. Ama her iki tekniğin de hedefi aynıdır, nihai hedef aynıdır. Bu gevşemedir.
1970: SANNYAS İÇİN YENİ BİR TANIM
26 Eylül 1970'ten 5 Ekim 1970'e kadar Osho, Himalayalar'ın eteklerindeki Kulu Manali'de bir meditasyon kampı yaptı. 26 Eylül'de ilk mürit grubunun başlangıç ayinini yaptı ve onlara "neo-sannyasin" adını verdi. Bu kadim Hindu kurumunun ona ait versiyonu gelenekten radikal derecede farklıdır. Gelenekte arayıcılar her tür maldan, ilişkiden vazgeçer, cinsellikten uzaklaşır ve toplumda başkalarının verdikleri ile yaşar. Osho "neo-sannyas"ı tanımlarken geleneğe meydan okuması gittikçe daha açık olmaktadır.
Geleceğin sannyasını geçmişin sannyasından ayıracağım. Ve bence şimdiye dek olduğu haliyle sannyas ölüm yatağında; ölü gibi. Hiçbir geleceği yok. Ama özünde sannyas'ın korunması gerek. Bu insanlığın öyle bir kazanımı ki, onu kaybetmeyi göze alamayız. Sannyas uzun zamanda bir kez açan nadir bir çiçek. Ama uygun bakım yokluğundan solup gitmesi mümkün ve eski düzene bağlı kalırsa kesinlikle ölecek.
SANNYAS'IN KADİM ANLAMI DÜNYADAN vazgeçmektir. Ben buna karşıyım.
Ama yine de sannyas sözcüğünü kullandım, çünkü eskisinden çok daha anlamlı bir başka anlam görebiliyorum. Ben dünyanın; dinin, kastın, Brahmanizmin, Jainizmin, Hıristiyanlığın, tanrının, kutsal kitabın sana verdiği tüm koşullamalardan vazgeçmeyi kastediyorum.
Benim için sannyas demek, şu kararlılık demektir: Kendimi bana dayatılan her şeyden tamamen arındıracağım ve kendi kendime yaşamaya başlayacağım; taze, genç, saf, kirlenmemiş. Bu yüzden sannyas masumluğuna giriştir.
1970'TEN 1985'E KADAR OSHO'NUN SANNYASİNLERİNDEN kırmızı ve portakal rengi tonları giymeleri istendi. Aynı zamanda Osho'dan, mala olarak bilinen bir kolye alıyorlardı. Kolyede yüz sekiz boncuk ve Osho'nun bir resminin bulunduğu bir madalyon vardı. Ek olarak Osho her sannyasine yeni bir isim veriyordu. Yeni isim hepsi için ortak bir ön ek içeriyordu; erkekler için "swami', kadınlar için "ma".
Eril olanın yolu farkındalıktır ve farkındalık seni kendi benliğinin efendisi olacağın bir noktaya getirir. Swami'nin anlamı budur. Dişil olanın yolu sevgidir ve sevgi seni tüm varoluşun annesi olacağın nihai noktaya getirir. Ve ma'nın anlamı budur. Nihai çiçeklenmesi içindeki bir kadın anaç bir enerji haline gelir... Tüm varoluşa annelik edebilir. Kutsanmış hisseder ve tüm varoluşu kutsayabiir. Bir erkek nihai noktaya ulaştığı zaman baba olmaz, anne olmaz, yalnızca efendi olur: Kendi benliğinin efendisi.
Sevgi ve farkındalık, iki yol budur. Ve ben eril dediğim zaman tüm erkeklerin eril olduğunu kastetmiyorum ve ben dişil dediğim zaman tüm kadınların dişil olduğunu kastetmiyorum. Farkındalık yolundan geçmesi gerekecek kadınlar vardır. Onlara da swami demek isterdim, ama bu biraz kafa karıştırıcı olurdu. Olduğu haliyle, zaten çok çılgınca... Bu yüzden baştan çıkmaya direniyorum. Ama bazen öyle zamanlar oluyor ki, sannyas olan bir kadın görüyorum ve ona ma değil swami demek istiyorum. Ve bazen çok efemine bir adam geliyor ve bir kadından daha dişil görünüyor.
DAHA SONRA, 1985'TE OSHO ŞÖYLE DER:
Yavaş yavaş halkımı ayırmaya başladım ve onları ayırabilmek için sannyasa giriş ayinlerini yapmaya başladım, böylece onları tanıyacak, halkımın kim olduğunu bilecektim. Onlara hatırlayabileceğim isimler vermeye başladım, çünkü benim dünyanın her tarafından gelen her tür tuhaf ismi hatırlamam güç. Gerçek sebep yalnızca hatırlayabileceğim isimler olmasıydı; aksi halde benim için imkânsız olurdu. Artık neredeyse her ülkeden, her dili konuşan insanlar var: İsimlerini hatırlamak imkânsız.
Ama sana bir isim verdiğim zaman, bu tamamen farklı bir konu. Sana bir isim verdiğim zaman, sana belli sebeplerden, sende gördüğüm belli niteliklerden, belli olasılıklardan, zaten orada olan belli özelliklerden dolayı bir isim veriyorum ve bunların hepsi hatırlanıyor.
Benim verdiğim ismi ben biliyorum, anlamını ben biliyorum. Anlamı, senin yaşam tarzın, düzenin, potansiyelin, hepsi hatırlanıyor. Benim için seni hatırlamak daha kolay oluyor; aksi halde çok güç, neredeyse imkânsız.
Sana, yalnızca seni tanıyabileyim diye kırmızı giysiler verdim; tüm diğer bahaneler boşuna. Sırf sana güzel sebepler vermek için -çünkü insanlar sana soruyor ve senin onlara iyi sebepler vermen gerekiyor- hiç yoktan felsefe uydurmaya çalışıyorum. Ama basit gerçek bu, fazlası değil."
VE 1986'DA, SANNYAS'IN DIŞ SİMGELERİNİN ÖNEMSİZ olduğunu tekrar vurgular:
İnsan zihni hiç olgun olmayan bir zihin. Dış simgelere tutunmaya başlıyor. Bu, dünyadaki tüm dinlere oldu. Hepsi iyi başladı, ama hepsi yoldan çıktı. Ve sebep dışsal olanın öyle vurgulanması ki, insanların içsel olanı tamamen unutması. Dışsal olanı yerine getirmek öyle yaşam-soğuran bir iş ki, dindarlığın asıl anlamı olan içsel yolculuğu hatırlamak için boşluk kalmadı.
Ben halkımın açıkça anlamasını istiyorum. Ne giysilerin, ne dışsal ilkelerin, ne de geleneğin sana verdiği ve senin kabul ettiğin başka herhangi bir şeyin sana faydası olmayacaktır. İçinde devrim yaratabilen tek şey zihnin ötesine, bilinç dünyasına gitmektir. Bunun dışında hiçbir şey dindarca değildir.
Başlangıç olarak, dışsal şeylere bu kadar takıntılı bir dünyadan, sannyası da dışsal şeylerle başlatmak zorunda kaldım -giysilerini portakal rengi olanlarla değiştir, bir mala tak, meditasyon yap- ama vurgu yalnızca meditasyon üzerindeydi. Gördüm ki insanlar giysilerini çok kolay değiştiriyor, ama zihinlerini değiştiremiyorlar. Mala takabiliyorlar, ama bilinçlerine ilerleyemiyorlar. Ve portakal rengi giysiler içinde olduklarından, mala taktıklarından, yeni bir isme sahip olduklarından, sannyasin olduklarına inanmaya başlıyorlar.
Sannyas o kadar ucuz bir şey değildir. Bu yüzden, başlangıç aşamasının bitmesi için zaman geldi ve sen yeterince olgunsun. Portakal renginden, kırmızıdan hoşlanıyorsan çok güzel, bir zararı olmaz, ama faydası da olmaz. Mala'yı seviyorsan, içinde resmim olan madalyonu seviyorsan, bu senin süsündür, ama dinle bir ilgisi yoktur. Bu yüzden dini mutlak gerekliliğe indirgiyorum. Ve bu da meditasyondur.
İNSANLARIN BAŞLANGIÇ AYİNLERİNİ YAPMAYA BAŞLADIĞIM gün, tek korkum şuydu, "Bir gün takipçilerimi dostum haline getirebilir miyim?" Önceki gece uyuyamadım. Tekrar tekrar düşündüm, "Bunu nasıl başaracağım? Bir takipçinin dost olmaması gerekir." O gece, Himayalar'daki Kulu Manali'de kendi kendime şöyle dedim, "Ciddi olma. Yönetim biliminin alfabesini bilmesen de her şeyi idare edebilirsin."
Bern tarafından yazılan bir kitap hatırlıyorum, Yönetim Devrimi. Onu, başlığında devrim sözcüğü olduğu için değil, yönetim sözcüğü olduğu için okudum. Kitaba bayıldım, ama doğal olarak hayal kırıklığına uğradım, çünkü aradığım şey bu değildi. Ben asla hiçbir şeyi yönetemedim. Bu yüzden o gece, Kulu Manali'de kahkaha attım.
WOODLANDS
Osho Bombay'daki Woodlands sitesinde geniş bir apartman dairesine taşındı, Mart 1974'e kadar orada yaşadı. Artık Osho yerleşmişti ve bireyler ile daha yakın çalışabilirdi. İnsanlarla bireysel olarak ya da küçük gruplar halinde bir araya geliyor, düzenli konuşmalar yapıyordu. Bunların arasında, "Sırlar Kitabı" adını verdiği, Vigyan Bhairav Tantra'nın yüz on iki meditasyon yöntemi de vardı. Sannyasinler ve başka arayıcılar her sabah yakındaki bir kumsalda toplanıp Dinamik Meditasyon yapıyorlardı. Ek olarak, Osho hâlâ zaman zaman kırlarda meditasyon kampları düzenliyordu. Onunla tanışmak için gittikçe daha fazla Batılı geliyor, çoğu sannyaslığa kabul ediliyordu.
Ben tartışmadan çok meditasyon ile ilgileniyorum. Bu tartışmalar seni yalnızca itiyor, seni entelektüel açıdan tatmin ediyor, sana yaptığın her neyse çok entelektüel, rasyonel olduğu duygusunu veriyor. Ama öyle değil.
Bu yüzden ben ne dersem diyeyim, bir açıdan seni çekmeye çalıştığım şeyin tam zıddıdır. Bu tartışmalar söz konusu olduğunda, benim yaklaşımım rasyoneldir, yalnızca seni tatmin etmek, sana oynayabileceğin oyuncaklar vermek içindir, böylece bir başka şeye ikna olabilirsin. O başka bir şey rasyonel değildir; irrasyoneldir.
Bizim meditasyonumuz yalnızca irrasyonel varoluşa bir sıçrayıştır. Ve varoluş irrasyoneldir, gizemcidir, gizemlidir. Bu yüzden lütfen sana söylediklerime tutunup kalma; seni yapmaya ikna ettiğim şeylere tutun. Yap, bir gün ben her ne söylediysem, anlamı olduğunu fark edeceksin. Ama söylediklerime tutunmaya devam edersen, sana bilgi verebilir, seni daha bilgili kılabilir, ama bilişe erişemezsin. Ve benim söylediğim şeyler engel olur.
1971: ACHARYA'DAN BHAGWAN'A
Mayıs 1971 'de Osho ismini Acharya Shree Rajneesh'den Bhagwan Shree Rajneesh'e çevirdi ve aydınlandığını ilk defa halk önünde açıkladı.
Pek çok insan bana neden 1953'te aydınlandığım gerçeği konusunda sessiz kaldığımı sordu. Neredeyse yirmi yıl boyunca bu konuda, kendileri şüphelenmediği, biri kendiliğinden bana gelip, "Sana bir şey olduğunu hissediyoruz. Ne olduğunu bilmiyoruz, ama bir şey kesin: Bir şey olmuş ve sen artık bizimle aynı değilsin ve bunu saklıyorsun." demediği sürece kimseye, hiçbir şey demedim.
O yıllarda on kişiden fazlası sormadı bana ve o zaman bile bilme arzularının gerçek olduğunu hissetmediğim sürece elimden geldiğince onlardan kaçındım. Onlara ancak bunu sır olarak saklayacaklarına söz verdikleri zaman söyledim. Ve hepsi sözünü tuttu. Artık hepsi sannyasin, ama hepsi bunu sır olarak sakladı. Dedim ki, "Bekleyin. Doğru anı bekleyin. Ancak o zaman açıklayacağım."
Eski budalardan çok şey öğrendim. İsa Tanrı'nın Oğlu olduğu konusunda biraz daha sessiz kalabilseydi, insanlık açısından çok daha faydalı olabilirdi. Ben ülkenin dört köşesine yolculuk yapmayı bırakmadığım sürece bunu açıklamayacağıma karar verdim; aksi halde öldürülürdüm, burada olmazdım.
Yolculuk yapmayı, kitlelere karışmayı, bir kasabadan diğerine hareket etmeyi bitirdikten sonra... Ve tek bir bodyguard yoktu. Beni öldürmek hiç sorun olmazdı, çok basit olurdu. Ama neredeyse yirmi yıl boyunca bu konuda sessiz kaldım. Ancak onu anlayabilecek insanların toplandığını gördüğüm zaman açıkladım. Yalnızca artık kendi küçük dünyamı yarattığım, kalabalıklarla, kitlelerle ve aptal güruhlarla ilgilenmediğim zaman açıkladım.
1973-1975: AKTİF MEDİTASYONLAR VE MÜZİK
Osho Temmuz 1973'teki meditasyon kampına beş parçalı conga davul seti getirdi ve sonunda Pune'da yerleştiği zaman müritleri ile çalışarak geliştirdiği aktif meditasyonların her birine eşlik edecek müzikler besteledi.
Zihnin kaos içinde. O kaos dışarı çıkarılmalı, eylemle tüketilmeli. Kaotik müziğin faydası olabilir, bu yüzden meditasyon yaparken kaotik müzik çalınırsa, kaosunun dışarı çıkarılmasına yardım edebilir. İçinde akarsın, ifadeden korkmamaya başlarsın. Ve bu kaotik müzik içerideki kaotik zihne çarpar ve onu dışarı çıkarır. Faydalı olur.
Rock, caz ve diğer bir açıdan kaotik müzikler bir şeylerin dışarı çıkmasına yardım eder ve o bir şey baskılanmış cinselliktir. Ben senin baskılanan her şeyinle ilgileniyorum. Çağdaş müzik yalnızca baskılanmış cinsellikle ilgileniyor, ama bir benzerlik var. Bununla birlikte, ben yalnızca baskılanmış cinsellikle ilgilenmiyorum; ben cinsel ya da değil, her tür baskılanmış şeyle ilgileniyorum...
Bu zihinsel durum nevrotiktir. Tüm toplum hasta. İşte bu yüzden kaotik meditasyon üzerinde bu kadar ısrar ediyorum. Kendini rahatlat, toplumun sana dayattığı her şeyi, her durumu eylemle boşalt. Onları eylemle boşalt, onlardan kurtul, bir katarsis yaşa. Müziğin faydası olur.
1974-1981: "PUNE BİR"
21 Mart 1974'te, aydınlandıktan tam olarak yirmi bir yıl sonra, Osho Pune'daki Koregaon Parkı'na taşınır. Orada yan yana yirmi dört hektar arazi üzerinde iki konut satın alınmıştır. Artık gelen giden sannyasinlerle çimenlerin üzerinde görüşmekte, tavsiye ya da özel görüşme arayan bireylerle bir araya gelmemektedir.
Bilerek ulaşılmaz oldum. Çok ulaşılabilirdim, ama sonra yavaş yavaş yardım edemediğimi hissetmeye başladım; yardım etmek neredeyse imkânsız oldu. Örneğin, sana bir saat versem saçma sapan şeylerden konuşursun. Sana bir dakika versem, tam olarak gereken şeyi söylersin, zihin işte böyle işler.
Bütün gün ulaşılabilir olsam, aslında hiç ulaşılabilir değilimdir. Sekiz gün, on gün beklemek zorunda kalsan, o bekleyiş içinde belli bir ayarlamanın yapılması, bazı önemli sorunların yüzeye çıkması için gereklidir.
Bazen bir sorunun olduğunu ve hemen bana geldiğini, bana önemsiz şeyler getirdiğini görüyorum. Gün boyunca bin bir sorun çıkıyor, önemli değiller, ama o anda önemli görünüyorlar. Bir saat beklesen sorun değişiyor, o zaman başka sorun getiriyorsun. Tüm sorunlarını getirmene izin verilse, tamamen karmakarışık olursun, çünkü neye ihtiyaç olduğunu, neyin önemli olduğunu sen bilemezsin. Bu tüm sürecin parçasıdır.
BEYAZ BULUTLARIN YOLU
Mayıs 1974'te Osho İngilizce bir dizi söylev verdi. Bu söylevlerde kendi yaklaşımını, usta-mürit ilişkileri konusunda kendi fikrini, Pune'da çalışmalarının gelişmesi konusundaki görüşünü açıkladı. Söylevler Benim Yolum: Beyaz Bulutların Yolu başlığı altında yayınlandı ve Batı'dan pek çok arayıcıyı cezbetti.
Beyaz bir bulut rüzgâr nereye götürürse oraya sürüklenir, direnmez, mücadele etmez. Beyaz bir bulut fatih değildir ve yine de her şeyin üzerinde süzülür. Onu ele geçiremezsin, alt edemezsin. Ele geçirecek zihni yoktur. İşte bu yüzden onu alt edemezsin.
Bir hedefe, amaca, kadere, anlama kilitlendiğin zaman, bir yere ulaşmanın deliliğine sahip olduğun zaman sorunlar çıkar. Ve yenilirsin, bu kesindir. Yenilgin varoluşun doğasında vardır.
Beyaz bir bulutun gidecek yeri yoktur. Hareket eder, her yere gider. Tüm boyutlar ona aittir, tüm yönler ona aittir. Hiçbir şey reddedilmez. Her şey öyledir, var olur, eksiksiz bir kabullenebilirlik içindedir. İşte bu yüzden benim yoluma 'beyaz bulutların yolu' diyorum. Beyaz bulutun yolu patikasız bir patika, yolsuz bir yoldur. Hareket etmek, ama sabit bir zihinle değil, zihinsizce hareket etmek...
Bu yüzden ben beyaz bulutum ve tüm çabam seni de gökyüzünde sürüklenen beyaz bulut yapmak. Gidecek hiçbir yer olmadan, hiçbir yerden gelmeden, yalnızca o anda, orada olarak. Mükemmel.
Ben sana hiçbir ideal öğretmiyorum, sana hiçbir "olmalı"yı öğretmiyorum. Ben onu, bunu olmalısın demiyorum. Benim tüm öğretim basitçe şudur: Her kimsen, onu öyle eksiksizce kabul et ki, başarılacak hiçbir şey kalmasın. O zaman beyaz bulut olursun.
"YENİ BİR AŞAMA"
Haziran 1974'te, Osho çalışmalarında yeni bir aşama başladığını ilan ederek, Pune'da ilk meditasyon kampını kurdu. O andan itibaren yalnızca gerçek arayıcılar ile çalışacaktı. Ve ilk defa, Osho meditasyonlara kişisel olarak önderlik etmedi. Bunun yerine, meditasyon salonuna boş sandalyesi getiriliyordu.
Bu kamp pek çok açıdan farklı olacak. Bu gece çalışmalarımda tamamen farklı bir aşama başlatıyorum. Burada olduğun için talihlisin, çünkü yeni bir tür içsel çalışmaya tanık olacaksın. Bunu sana açıklamalıyım, çünkü yarın sabah yolculuk başlayacak.
... Bir başka yeni şey. Ben orada olmayacağım; yalnızca boş sandalyem orada olacak. Ama beni özlemeyin, çünkü bir anlamda orada olacağım ve bir anlamda önünde hep boş bir sandalye vardı. Şu anda sandalye boş, çünkü üzerinde oturan kimse yok. Seninle konuşuyorum, ama seninle konuşan kimse yok. Anlamak güç, ama ego yok olduğu zaman süreç devam edebilir. Konuşmak, oturmak, yürümek, yemek yemek devam edebilir, ama yapan kaybolmuştur. Şu anda bile, sandalye boş. Ama şu ana kadar kamplarda hep seninle birlikteydim, çünkü sen hazır değildin. Artık hazır olduğunu hissediyorum. Ve benim yokluğumda çalışmaya daha hazır olman için yardıma ihtiyacın var, çünkü fiziksel olarak var olduğumu bilirken belli bir heyecan hissedebilirsin. Bu sahtedir. Orada olduğumu bilirken hiç yapmak istemediğin şeyler yapabilirsin; sırf beni etkilemek için daha fazla çaba gösterebilirsin. Bunun fazla faydası olmaz, çünkü faydalı olacak tek şey kendi benliğinden gelir. Sandalyem orada olacak, seni izliyor olacağım, ama kendini tamamen özgür hisset. Ve orada olmadığımı düşünme, çünkü bu moralini bozabilir ve o zaman moral bozukluğu meditasyonuna engel olur.
Ve şu da hatırlanmalıdır: Ben hep bu fiziksel beden içinde, seninle olamam: Bir gün fiziksel araç geride bırakılmak zorunda kalacak. Beni ilgilendirdiği kadarıyla çalışmalarım tamamlandı. Bu fiziksel aracı taşıyorsam, senin için; bir gün bırakılması gerekecek. Bu olmadan önce benim yokluğumda, ya da fiziksel olmayan varlığımda, ki bu da aynı anlama gelir, çalışmaya hazır olmalısın. Ve bir kez yokluğumda beni hissedince, benden özgürleşmiş olursun ve o zaman ben bu bedende, burada değilken bile benimle iletişimi kaybetmezsin.
Buda oradayken hep olur: Fiziksel varlığı o kadar anlamlı olur ki, öldüğü zaman her şey paramparça olur.
Sandalyem boş olabilir; yokluğumu hissedebilirsin. Ve unutma, ancak yokluğumu hissedebildiğin zaman varlığımı da hissedebilirsin. Fiziksel aracım orada değilken beni göremiyorsan, beni hiç görememişsin demektir.
Ben şuna söz veriyorum: Orada, boş sandalyede olacağım ve boş sandalye aslında boş olmayacak. Bu yüzden terbiyeni takın! Sandalye boş olmayacak, ama benim fiziksel olmayan benliğim ile iletişim halinde olmayı öğrenmen daha iyi. Bu daha derindir, daha özel bir dokunuştur ve iletişimdir.
İşte bu yüzden bu kampta çalışmalarında yeni bir aşamanın başladığını söylüyorum ve buna samadhi sadhana şibir adını veriyorum. Sana öğreteceğim yalnızca meditasyon değil, mutlak sevinç. O yalnızca ilk adım değil, son adım.
YORUMLAR VE SORULARA YANITLAR
Temmuz 1974'ten 1981'e kadar Osho söylevler vermeye, zaman zaman Hindi dilinde ya da İngilizce konuşmaya devam etti. Pek çok spiritüel gelenekteki aydınlanmış gizemcilerin öğretileri üzerine yorumlar yaptı: Tao, Zen, Hıristiyanlık, Hassidizm, Sufizm, Baullar, Hindu gizemciler, Tibet Budizmi, Tantra, vs. Değişik günlerde seyirci tarafından sorulan sorulara yanıt verdi. Her on günlük dönem ayrı bir kitap olarak yayınlandı, yedi yılda iki yüz kırktan fazla kitap yayınlandı.
Kendi yolunu aramalısın; herkes kendi yolunu aramalı. Ben tüm yolları sana mümkün kılacağım, böylece görebilecek, hissedebileceksin. Ve doğru yola rast geldiğin zaman, içinde büyük bir coşku yükselerek hemen göreceksin. Bu işarettir; bu senin ikliminin geldiğini, beklediğin zamanın bu olduğunu, bunun senin baharın olduğunu gösterir.
BEN YENİ BİR DİN İLAN EDİYORUM - ESAS DİN
İslam'da Sufizm, Budizm'de Zen, Yahudilik'te Hassidizm olarak bilinir; esas öz. Ama ben senin dilinden konuşuyorum, anlayacağın şekilde konuşuyorum. Ben dinsiz dilden konuşuyorum. Ben hiç dindar değilmişim gibi konuşuyorum. İşte dünyada buna ihtiyaç var. Bu yirminci yüzyılın tamamen batıl inançlardan kurtulmuş, tamamen çıplak bir dine ihtiyacı var.
DARŞAN
Osho konutunun yanındaki küçük oditoryumda her akşam yedide, bir, iki saat için bir grup arayıcı ile görüşürdü. Bu darşan'larda dünyanın her yerinden gelen yeni sannyasinlerin giriş ayinlerini yapar, gelip giden insanlarla selamlaşır, soruları yanıtlar, sorunlar üzerine tavsiyeler verirdi. Aşram çalışanlarından gruplar, aşram programlarına katılanlar bu toplantılara dönüşümlü programlarla katılırdı. Osho ile konukları arasındaki bu samimi, yüz yüze görüşmeler kaydedilmiş, "Darşan Günlükleri" adı altında yayınlanmıştır.
İnsan yavaş yavaş tek başına olmayı ve kendine daha fazla güvenmeyi öğrenmelidir. Benim yardımım bir bağımlılık yaratmamalıdır. Senin gerçekten daha tetikte, kendi yaşamına, yüreğinin sesine güvenmene yardım etmelidir.
Bu yüzden gelip bana soru sorduğun zaman benim yanıtım o değildir. Yüreğinin içini aramalı, kendi yüreğin işlev gösterseydi yanıtın ne olur, görmeliyim. Ben asla kendi başıma karar vermem, çünkü bu yıkıcı olurdu. Bu dışarıdan bir şey olurdu. Bu yüzden soru sorduğun zaman senin içine bakıyorum; karar vermiyorum. Senin içine bakıyorum, seni hissediyorum, senin göremediğin kendi yüreğini görüyorum ve o yüreğin karar vermesine izin veriyorum. Bu yüzden en fazla, yüreğini sana tercüme ediyorum. Ben bir ebeyim.
Bu yüzden, eğer karar verebiliyorsan, güzel. Yavaş yavaş kendi içsel özünü ve onun ne dediğini dinlemeye başlayacaksın. Ve o güven doğmalıdır. Aksi halde bana güvenmek senin için tehlikeli olabilir, çünkü o zaman hep dıştan bir aracıya bağımlı olursun. Bu bir alışkanlık haline gelebilir, bu yüzden yalnızken ya da benden uzaktayken ne yapacağını bilemeyebilirsin.
Bu yüzden buradayken bile, neye karar verebilirsen ver. Bir karara varmanın neredeyse imkânsız olduğunu hissettiğin zaman, olumlu ve olumsuz yanlar neredeyse dengedeyse, ikiye bölündüysen, ancak o zaman bana gel. Ve o zaman da sana ancak yardımcı olabilirim; sana hiçbir şey dayatmam. En fazla seninle kendin arasında köprü olurum. Benim işlevim budur.
Bu yüzden, yavaş yavaş köprüyü görebilirsin ve kendinden gerçek benliğine hareket edebilirsin; bana duyduğun ihtiyaç gittikçe azalır. Bir gün karar veremediğin hiçbir şey kalmaz. O zaman olgunlaşmışsın demektir. Olgun olursun.
Ne zaman bir sorun çıktığını görsen, bu iyi bir fırsattır, bir meydan okumadır, kritik bir andır. Onu yaratıcı bir şekilde kullan, yollar ve yöntemler bul. Sessizce kendi yüreğini dinle ve orada bir belirlilik doğarsa, güzel; benim yardımımı çoktan almışsındır. Ama ancak nadir anlarda, karar veremediğinde, karanlık çok fazlaysa ve kafan tamamen karışmışsa -sen buna karar vermişsen ve zihnin başka bir şey söylüyorsa, sen ona karar vermişsen ve zihnin bunu söylüyorsa ve sen ikisi arasında kalmışsan; asıl benliğinin sesinin tek bir ses olduğunu göremiyorsan, tam ortada kalmışsan- ancak o zaman bana gel. O zaman da, sana verdiğim şeyin benim tavsiyem olmadığını hep hatırla. O senin yüreğinin içindekini sana uzatmamdır. Kısa süre sonra sen de görmeye başlayacaksın.
VİZYONU PAYLAŞMAK
Pek çok Batılı sannyasin Pune'da birkaç ay geçirdi ve sonra kendi ülkelerine döndü. "Darşan'dan ayrılma"ları sırasında sık sık evde meditasyonlarını nasıl devam ettireceklerini, Osho'nun vizyonunu ve benzersiz meditasyon tekniklerini dostları ve aileleri ile paylaşmak için ne yapabileceklerini sordular. Osho insanların Batı'da meditasyon merkezleri açmalarını sık sık önermiş olsa da, tekrar tekrar kimsenin dinini değiştirmekle, insanları sannyas'a dönüştürmekle ilgilenmediğini, yalnızca çalışmalarının ilgi duyanlara ulaşılabilir kılınmasını istediğini vurgulamıştır.
Sana misyoner olma dediğim zaman, kendini başkalarına dayatma demek istiyorum. Paylaş, dayatma. Paylaşmak tamamen farklıdır, diğer insana karşı çok saygılıdır. Paylaşmak şiddet dolu değildir, ama dayatmak öyledir. Diğer insana karşı saygılı olmazsın, yalnızca diğer insanı bir araç olarak kullanmış olursun; yalnızca onu döndürmekle ilgilenirsin. Bu yanlıştır. Asla bir insanı bir başka şeyin aracı olarak kullanma, çünkü her insan kendi içinde bir hedeftir.
Misyonerlik karşındaki insana karşı çok saygısızcadır. Tek fikir onu nasıl döndüreceğidir, onu nasıl mezhebinin parçası kılacağıdır. Gerçekte paylaşmakla ilgilenmemektedir. Paylaşma tamamen farklıdır: Paylaşırsın, çünkü bir deneyim yaşamışsındır, çünkü bir şey görmüşsündür. Koşulsuzca paylaşırsın. İnsan dönerse, bu asıl amaç değil, yalnızca bir yan üründür. Onun parçası olmazsa, sen tamamen mutlusundur. Mutlusun, çünkü paylaşmışsındır. İşin bitmiştir. Herhangi bir sonuç aramamaktasındır.
Tüm olasılıkların bilincinde olmak iyidir, aksi halde insan misyonerliğe eğilimli olur. Yalnızca paylaş ve unut. Tohumları ek ve devam et, o tohumlara ne olduğunu görmek için arkana bakma. Zamanları gelince, bahar geldiğinde bir şey olacaktır.
MEDİTASYONA HAZIRLIK OLARAK TERAPİ
1975 yılı boyunca Osho Doğulu meditasyon teknikleri ile Batılı terapi yöntemlerine devrim getiren programların ve atölyelerin genişlemesine rehberlik etti. Ağustos 1975'te ilk terapi grubu başladı. Grup süreçlerine günlük Dinamik ve Kundalini Meditasyonları, Osho'nun sabah söylevleri, gruptan önce veya sonra on günlük meditasyon kamplarına katılmak dahildi. Darşan'da, Osho yeni gelen gruplara önerilerde bulunuyor, grup liderlerine tavsiyeler veriyor, grubun katılımcıları ile görüşüyordu. 1977'nin sonunda elli farklı grup önerilebiliyordu ve aşram dünyadaki en büyük ve en yenilikçi büyüme merkezi olarak tanınıyordu.
Büyüme grubuna ihtiyaç vardır, çünkü ilişki kurmak, sevmek, iletişim kurmak için muazzam bir ihtiyaç duyuyorsun. Batı'da temel sorun nasıl iletişim, ilişki kurabileceğin. Burada pek çok Batılı var. Darşan'da bana geldiklerinde sorunları yüzde yüz ilişki sorunları, nasıl ilişki kuracakları.
Tek bir Hintli bile gelip, "Nasıl ilişki kuracağım?" diye sormadı. Bu onlar için hiç sorun değil. "Nasıl sessiz olacağım? Nasıl kendi benliğimde olacağım?" diye soruyorlar.
İşte bu yüzden Japonlar dışındaki Doğuluların gruplara katılmasını önermiyorum. Birkaç Japon'a terapi gruplarını önerdim, çünkü Japonya Doğu'daki en Batılı ülke. Bir iki kez Hintlileri gönderdim. Yalnızca isimde Hintliydiler. Doğu'da doğmuşlardı, ama zihinleri Doğulu kavramlarla etkilenmemişti, zihinleri Batılıydı. Hıristiyan okullarda Hıristiyan misyonerler tarafından eğitilmişlerdi. Tüm eğitimleri ve yetiştiriliş tarzları Batılıydı.
Bu insanın, neye ihtiyacı olduğuna bağlıdır. Birkaç Batılı için de grupları önermedim. İlişki kurmaya ihtiyacı olmayan Batılı gördüğüm zaman grup önermiyorum, o zaman gerek yok diyorum. Ama en az beş bin yıllık farklı psikolojik koşullanma var. Bunun hesaba katılması gerek.
BENİM TERAPİSTLERİM DÜNYANIN EN İYİLERİ, ÇÜNKÜ diğer terapistler yalnızca terapist, meditasyoncu değil. Benim terapistlerim aynı zamanda meditasyoncu.
Terapi yüzeysel bir şeydir. Zemini temizlemeye yarayabilir, ama temiz bir zemin olması bir bahçenin olduğu anlamına gelmez.
Daha fazlasına ihtiyacın olacak. Terapi olumsuzdur; yalnızca yerdeki otları, taşları yok eder, bahçenin toprağını hazırlar. Ama işi orada biter.
Batılı terapi hâlâ çok ilkel bir aşamadadır. Daha gidecek çok yolu vardır. Ve meditasyonla ilişkilenmediği sürece, yüzeysel olarak biraz faydası olabilir, ama insanın büyümesine gerçekten yardım edemez.
Bu yüzden benim terapistlerim dünyadaki en iyileri dediğim zaman, benim terapistlerimin yalnızca terapist olmadığını, aynı zamanda meditasyoncu olduğunu kastediyorum. Diğer terapistler yalnızca terapist.
ZARFI İTTİRMEK: KARŞILAŞMAK VE İLKSEL TERAPİ
1970'lerde, Pune aşram'ındaki terapi gruplarının pek azı katarsis süreçlerini ya da çıplaklığı kullanmış olsa da, basının en çok ilgisini çekenler bu gruplar. Bir Alman film şirketine (sahnelenmiş) tanışma grup seansı çekmesi için izin verildi ve sonuçta ortaya çıkan belgesel, Aşram, dünya çapında tartışma ve öfke yarattı. Film 1980'lerde de gösterilmeye devam etti ve anti kült grupları tarafından Osho'nun çalışmalarının tehlikeli olduğu ve karşı çıkılması gerektiği iddialarını desteklemek için kullanıldı.
Bu komünde pek çok psikoterapi düzenledim. Kitleler tarafından yanlış anlaşılacaklar, yanlış anlaşılmak zorundalar, çünkü psikoterapik durumda tüm inkâr edilmiş kısımları yüzeye çıkarmak zorundasın. Biri öfkesini inkâr ediyorsa, psikoterapik durumda buna izin verilmelidir. Ancak o zaman psikoterapinin faydası olur, tedavi edici olur, seni iyileştirir. Tüm yaraları açmalıdır.
Çok irin akmaya başlar. Tanışma grubunu izlesen miden bulanır. Miden bulanır çünkü öylesine bir hayvansılık ortaya çıkar ki; insanların öyle hayvanlar olduğunu asla hayal edemezsin. Ama o hayvansılık senin de içinde, yalnızca bastırılmış. Onu baskılayarak çözemezsin.
Tanışma grubunda -tanışma sözcüğünün anlamı budur-kendinle bütünlüğün içinde tanışmalısın. Baskılanmış olan her şeyi dışarı çıkarmalısın. Her şeyi dışarı çıkarmalısın, neyin iyi, neyin kötü olduğunu değerlendirmeden. Ve aniden içinde kükreyen büyük hayvanlar görürsün. Onlar vahşidir ve vahşi olmamaları öğretilmiştir. Vahşi olmaman vahşetini baskılamıştır. Hiç sebep olmadan büyük bir öfke yükselir. Duvarları dövmeye, kendini dövmeye başlarsın. Ve şöyle dersin, "Ben ne yapıyorum? Daha önce hiç yapmadım. Bu nereden geliyor?" Ama büyük dalgalar halinde kabarmaktadır. Ve tüm süreç, onu kendi haline bırakmaktır.
Tüm kısımlar ifade edildiği zaman -cinselliğin, öfken, açgözlülüğün, kıskançlığın, kızgınlığın- tüm parçalar ifade edildiği zaman büyük bir sakinlik yükselir, fırtınadan sonraki sessizlik.
Bu kitleler tarafından anlaşılamaz. Aslında onlar çok fazla kendilerini tutarlar. Anlamak da istemezler, çünkü anlamak, kendi içlerine bakmak demektir ve kendi içlerinde de aynı şeyleri bulacaklardır.
PUNE'DA BİRKAÇ GRUP VARDI VE BEN İNSANLARIN hangi sırayla, hangi gruba gireceğine karar veriyordum. Bu gruplar terapiydi; bu yüzden ilk önce sessiz terapiler ve meditasyon terapileri uygulanıyordu. Bunları başaramayanlara daha aktif terapiler veriliyordu. Bu bile yeterli olmazsa, yastıkları dövdükleri, bağırdıkları, çığlık attıkları terapiler veriliyordu... ama kimseye dokunmamak kaydıyla. Çoğunlukla bu yeterli olurdu.
Nadiren daha fazlasına ihtiyaç duyan, henüz arınmamış biri olurdu. Bu tür insanlar için fiziksel karşılaşmalara izin verilen terapiler vardı. Ama kimseye zarar vermemelerine dikkat eden bir terapistleri olurdu. Ve bu insanlara, bu terapiyi kendilerinin kabul ettiğini belirten bir form imzalatılırdı. Katılmak istemiyorlarsa katılmayabileceklerini söyleyen bir form. Bu onların bireysel seçimi idi.
Bu terapilerin insanlara muazzam faydası oldu. Ve bu terapiler sırasında her ne yapıyorlarsa, devamlı tanık olmayı hatırlamaları gerekiyordu, dünyanın bilmediği kısım buydu, birine vuruyor olsalar bile içlerinde bir izleyici vardı. Ve birbirlerine vurduktan sonra birbirlerine sarılır, ağlarlardı, büyük bir merhamet açığa çıkardı.
Cinsel terapilerde erkeklere ve kadınlara deneyimlerini sorardım: "Ne deneyim yaşadın? Bundan ne kazandın?" Ve yine şaşırtıcıydı. Bir kadın rüyasında hep tecavüze uğradığını gördüğünü, gecenin ortasında titreyerek, terleyerek uyandığını anlattı. Devamlı tekrarlayan bir rüyaymış. Ama bu terapiden sonra rüya yok olmuş, uykusu sakin olmuş.
Grubun içinde tecavüze uğramamıştı, ama bir cinsel terapiye katılmıştı. Terapi bir oyundu, kimse tecavüze uğramamıştı. Kimse isteği dışında bir şey yapmaya zorlanmamıştı. Ve dileyen, dilediği an terapiden çıkabiliyordu.
UNUTMA, BU GRUPLAR HEDEF DEĞİL, ONLAR YALNIZCA seni meditasyona hazırlıyor. Onlar hedef değil; yalnızca geçmişin hatalarını çözmek için basit yöntemler. Sisteminden eskiden beri baskıladıklarını atınca, seni izleyiciliğe götüreceğim. O zaman izlemek daha kolay olacak.
Ama gruba bağımlı bir insan olmayacaksın, grupçu olmayacaksın. Artık dünyada grup bağımlılığı olan insanlar yaşıyor; bir gruptan diğerine gidiyorlar. Bir tanışma bitiyor, sonra bir başka maraton, sonra geştalt, sonra şu, sonra bu... Birkaç gün sonra yerinde duramamaya başlıyor, çünkü nerede ifade edecek? Normal toplumda ifade edemiyorlar, baskılamak zorunda kalıyorlar. Bu yüzden grup bir çıkış yolu oluyor. Normal toplum seni baskılamaya, grup ifade etmeye zorluyor, ama gerçekte büyümüyorsun. Normal topluma yine döneceksin, yine baskılayacaksın.
İşte bu komün Esalen gibi enstitülerden bu açıdan farklı. Onlar gruplarla bitiyor, biz gruplarla başlıyoruz. Onların bittiği yer, tam olarak bizim başladığımız yerdir.
Benim çalışmalarımla binlerce terapistin ilgilenmesi tesadüf değil. Sannyasinlerim arasında en büyük meslek grubu psikoterapistler. Artık bütün dünyada büyük bir ihtiyaç duyuluyor: Tanışma, ilksel terapi, geştalt insanların yükünü biraz almaya yardımcı olabilir, ama onların buda olmasına yardımcı olamaz. Onların uyanmasına yardım edemez."
AŞRAM GENİŞLEMESİ
Mart 1976'da alınan binaların yenilenmesi ve yeniden şekillendirilmesi tamamlanmıştı. Osho binalara aydınlanmış gizemcilerin isimlerini verdi: Francis, İsa, Eckhart ve Krişna. Günlük konuşmalarını Chuang Tzu Oditoryumunda yapıyordu. Burada, konutunun yanında, bir sineklik geniş yuvarlak bir verandayı çeviriyordu. Mart 1977'de Buda Salonu'nun inşası tamamlandı. Osho'nun İngilizce verdiği söylevler için daha fazla insan alabiliyordu. Aşram iş bölümleri yayın, basın ofisi, zanaatlar, bir müzik bölümü, ipek pano tesisleri, bir giyim mağazası ve aynı zamanda müzik enstrümanları yapan bir marangozhaneydi. Ve Ağustos 1977'de bir fırın ile mücevher, tabak çanak ve örgü stüdyoları vardı.
Burası bir pazar yeri. Pazar yerine daha çok benzeyen başka bir yer bulabilir misin? Aşram'ı Himalayalar'da bir yerde yapabilirdim. Himalayalar'a bayılırım, benim için Himalayalar'da olmamak büyük bir fedakârlık. Ama bazı amaçlar sebebiyle aşram'ı Himalayalar'da yapmadım.
Ben pazar yerinin bir parçası olarak kalmak istiyorum. Ve bu aşram neredeyse pazar yerinin bir parçası olarak idare ediliyor. İşte bu yüzden Hintliler kızıyor, anlayamıyorlar. Aşramları yüzyıllardır biliyorlar, ama bu aşram onların kavrayışlarının dışında. Dini söylevleri dinlemek için para ödemek gerekliliğini düşünemiyorlar. Onlar hep bedava dinlediler, yalnızca bedava da değil, söylevden sonra aşram prasad, yani yiyecek ve tatlı dağıtır. Söylevleri dinlemeye gidenlerin çoğu söylev için değil, prasad için giderler.
Burada para ödemek zorundasın. Ben ne yapıyorum? Ben bunun kesinlikle pazar yerinin bir parçası olmasını istiyorum, çünkü sannyasinlerimin manastırlara taşınmasını istemiyorum. Dünyada kalmalılar. Onların meditasyonu dünyada büyümeli, onların meditasyonu kaçışçı olmamalı. Bu yüzden burada her ne huzur buluyorsan, gittiğin her yerde koruyabileceksin onu. Hiç sorun olmayacak. Her şeyi öyle idare ediyorum ki, başka bir yerde seni her ne rahatsız edecekse, burada var!
Benim tüm çabam paranın kesinlikle kabul gördüğü, erkeklerin ve kadınların coşku ve kutlama içinde, korkusuzca bir arada yaşadığı, dünyada olup biten her şeyin devam ettiği ve yanında meditasyonun büyüdüğü minyatür bir dünya yaratmak. Meditasyon gittikçe daha güçleniyor, çünkü tüm meydan okumalar burada.
Dilediğin her yere gidebilirsin. Kimse senden huzurunu alamaz. Sessizlik senindir! Benim yüzümden değil. Onu sen kazandın, sen hak ettin.
TACİZ
Batıdan gelen ziyaretçi sayısı büyüdükçe, yabancılara, özellikle de kadınlara taciz olayları sıklaştı. Erkekler ile kadınlar arasındaki sevgi gösterileri, kolsuz giysiler giyilmesi, cinsel yasakların bulunduğu Hint kültüründe provokatif görüldü. Ve Osho'nun Hint politikasını ve yozlaşmasını eleştirmesi her düzeydeki hükümet görevlisinin aklından çıkmaz oldu. Aşram'a karşı bir dizi baskılayıcı önlem başlattılar, bunların arasında yeni binalara izin vermemek, gelecekleri yer olarak aşram'ı gösteren turistlere vize vermemek vardı.
Toplumdan destek görmüyorum. Var olmam bile bir mucize, bu çok mantıksız. Burada olmamam gerekirdi. Toplum beni desteklemiyor, destekleyemiyor. Ellerinden gelen her şekilde, çalışmalarım için engeller yaratıyorlar.
Geçen gün gazeteleri okuyordum, bir adam hükümete benim Hindistan'dan çıkarılmamı önermiş. Çok dindar bir adam olmalı, çünkü benim dini yok ettiğimi söylemiş. Ve sırf çıkarılmakla da tatmin olmuyor, sonra dilimin kesilmesini, böylece konuşmamın engellenmesini önermiş; ellerim de kesilmeliymiş, böylece yazamayacakmışım. Ve kendini dindar sayıyor!
SEVDİĞİN BİRİNE SARILMAKTA, SEVDİĞİN BİRİNİ ÖPMEKTE yanlış olan ne? Kucaklamanı kimseye dayatma, o zaman çirkinleşir. Hintliler bunu yapıp duruyor. Ve benim kadın sannyasinlerim bunun farkında. Pazar yerindeyken, Hintliler gerçekten çirkin davranıyor. Poponu çimdikliyor. Bu çok çirkin. Bedenini bedenine sürtüyor, bu çirkin. Sana yiyecekmiş gibi bakıyor, bu çirkin. Ama bu davranış onlar tarafından kabul görüyor, iyi karşılıyorlar.
Bir insanı seviyorsan el ele tutuşursunuz, ona sarılırsın, öpüşürsünüz, bu kimseyi ilgilendirmemeli. Neden başkaları alınıyor? Alınıyorlarsa, onlarda bir sorun var. Belki kıskanıyorlar, ama kıskançlıklarını gösteremiyorlar, bu yüzden öfkeleniyorlar. Belki onlar da birilerini kucaklamak istiyorlar, ama cesaretleri yok; toplumdan korkuyorlar. Bu yüzden sana çok kızıyorlar. Onların yapamadıkları bir şeyi bir başkasının yapmasını istemiyorlar.
YENİ BİR KOMÜN VİZYONU
Osho söylevlerinde çalışmalarını tacizler ve bölünmeler olmadan sürdürebileceği izole bir yer bulmaktan bahsetmeye başlar. "Yeni komün"ün inşa edilebileceği ve çalışmalarının spiritüel boyutunun daha derinleşebileceği, Hint kırlarında geniş bir yer arayışı başlar.
Gurdjieff çok gizemli bir hayat yaşadı; hiç bilinmiyordu. Okulu gizli bir okuldu. Orada olan biteni insanlar ancak tahmin edebiliyordu.
Çalışmalarımın yeni aşamasında işte böyle olacak. Komünüm gizlenecek, yeraltına inecek. Dışarıda bir yüzü olacak: Dokumacılar, marangozlar, tencereciler... Yüzü bu olacak. Konuk olarak gelen insanlar için çok güzel mağazalarımız olacak; öteberi satın alabilecekler. Sannyasinlerin yaratıcılığını görebilecekler; resimler, kitaplar, ahşap işlemeleri. Onlara çevre gösterilecek -güzel bir göl, yüzme havuzları, beş yıldızlı bir otel- ama gerçekte ne olup bittiğini göremeyecekler. Olan bitenlerin neredeyse tamamı yeraltında olacak. Yeraltında olmalı, aksi halde olamaz.
Sana birkaç sırrımı açacağım ve onları açmadan ölmek istemem, çünkü artık dünyada yaşayan, o çalışmaları yapacak birini bilmiyorum. Taoizm'den, Tantra'dan, Yoga'dan, Sufilerden, Zen insanlarından sırlarım var. Dünyanın neredeyse tüm geleneklerini yaşadım; pek çok ömür boyunca gezgin oldum. Çok çiçekten bal aldım. Ve eninde sonunda gitme zamanı gelecek ve bir kez daha bedene bürünemeyeceğim. Bu benim son yaşamım olacak. Topladığım onca balı seninle paylaşmak isterim, böylece sen de başkaları ile paylaşırsın ve yeryüzünden kaybolmaz.
Bu çok gizli bir çalışma olacak; bu yüzden ondan bahsedemem. Şimdiden çok konuştum sanırım! Bunu bile söylememeliydim. Çalışma yalnızca kendini tamamen adamışlar için olacak.
Şu anda burada gerçekleşen olgudan olabildiğince çok insanı haberdar etmek için büyük bir basın ofisimiz var. Ama yeni komünde gerçek çalışma dünyanın gözlerinden kaybolacak. Basın ofisi işlev gösterecek, başka sebepler için işlev gösterecek. İnsanlar gelmeye devam edecek, çünkü konukların arasından seçmemiz gerek; katılabilecek insanları, komünde kaybolabilecek insanları davet etmeliyiz. Ama gerçek çalışma tamamen gizli olacak. Yalnızca ikimizin arasında olacak.
Seninle benim aramda fazla konuşma da geçmeyecek. Ben gittikçe daha sessiz olacağım, çünkü gerçek paylaşma enerji aracılığı ile olur, sözcükler aracılığı ile değil. Sen sessizlik içinde enerji almaya hazır oldukça, ben daha da sessizleşeceğim. Ama senin için büyük bir hazine saklıyorum. Alıcı olun...
İnsan tarihinde güzel olan, büyük olan onca şey içsel keşif için enerjilerini bir araya getiren birkaç insan aracılığı ile oldu. Benim komünüm içsel keşif için bir gizem okulu olacak. Bu var olan en büyük keşif ve en büyük dans.
SESSİZ SATSANGLAR VE BUDA'NIN DHAMMAPADA'SI ÜZERİNE YORUMLAR
Haziran 1979'da Osho sessiz paylaşım ya da satsang üzerine on günlük bir deney yürüttü. Buda Salonuna geliyor, söylev vermek yerine bir saatlik müzik ve sessiz meditasyon içinde, topluluk ile oturuyordu. 21 Haziran'da Osho, Gautama Buda'nın Dhammapada'sı üzerine on iki kısımlık yorum dizisine başladı.
Sözcükler bana gittikçe daha zor geliyor. Gittikçe daha fazla çaba gerektiriyor. Bir şey söylemek zorundayım, bu yüzden sana bir şeyler söyleyip duruyorum. Ama en kısa zamanda hazır olmanı istiyorum, böylece sessizlik içinde oturabiliriz... Kuşları ve ötüşlerini dinleyerek... Yalnızca kendi yürek atışlarımızı dinleyerek... Sırf orada olarak, hiçbir şey yapmadan...
En kısa zamanda hazır ol, çünkü herhangi bir gün konuşmayı bırakabilirim. Ve bırak haber dünyanın her köşesine yayılsın: Beni yalnızca sözcükler aracılığı ile anlamak isteyenler en kısa zamanda gelmeli, çünkü herhangi bir gün konuşmayı bırakabilirim. Tahmin edilemeden, herhangi bir gün olabilir bu, bir cümlenin ortasında bile olabilir. O zaman cümleyi tamamlamayacağım! Tamamlanmadan sonsuza dek asılı kalacak.
Ama bu sefer beni geri çektin.
Buda'nın bu deyişlerine Dhammapada denir.
SUİKAST GİRİŞİMİ
22 Mayıs 1980'de, köktendinci bir Hindu grubunun üyesi olan Vilas Tupe, sabah söylevi sırasında Osho'ya bıçak fırlattı. Yerel polise ihbar yapılmıştı ve olay sırasında salondaydılar. Polis Tupe'u gözetim altına aldı, götürürken Osho konuşmaya devam etti. Polis memurları ve Vilas Tupe'un grubu yasal işlemleri maniple ettikleri için dava düştü ve Tupe mahkum edilmeden serbest bırakıldı. Osho birkaç hafta sonra olan biteni açıkladı.
Puna sulh yargıcı bana bıçak atan, beni öldürmek istediği açık olan deliye ilişkin kararını verdi. Onu serbest bıraktı ve onu serbest bırakmasının sebebi -verdiği en temel sebep- gerçekten düşünmeye değer. Buna güldüm, çok keyif aldım! Onu serbest bırakmasının sebebi, bu beni öldürmeye yönelik bir teşebbüs olsaymış söylevime devam etmezmişim! Biri seni öldürmeye çalışırken kim konuşabilir? Ama o yargıç beni tanımıyor. Ölsem bile devam ederim, ondan önce bitirmezdim!
Ama anlayamıyor. Onun anlamamasını anlayabiliyorum. Biri seni öldürmeye çalışırken aynı şekilde konuşmaya devam edebilir misin? Savı çok geçerli görünüyor. Bu yüzden, sıradan kitlelere ne diyecek? Eğitimli bir yargıç bile aynı şekilde düşünüyor.
DÜNYAYA YAYILMA
1980'in sonunda ve 1981'in başında, Osho'nun kitapları, teyp kasetleri ve video kasetlerinin dağıtılması için Amerika Birleşik Devletlerinde bir merkez kuruldu. Deniz aşırı ülkelerdeki sannyasinler yerel meditasyon merkezlerini ve komünleri desteklemeleri için teşvik edildi. Yeni grup önderlerini eğitmek için programlar açıldı. Londra'da, 1981 baharında Osho'nun meditasyonlarından örnek veren iki günlük çalışmalar ve Mart Organizasyonu isimli atölye çalışmaları yapıldı ve Londra otobüslerine, metro trenlerine konulan reklamlar sayesinde bunlara beş yüz kişi katıldı. Ardından, dünyanın başka başkentlerinde benzer organizasyonlar yapıldı.
Benim çabam yalnızca burada bir buda alanı yaratmak değil, dünyanın her yerinde küçük vahalar yaratmak. Bu muazzam olasılığı yalnızca küçük bir komünle sınırlamak istemiyorum. Bu komün kaynak olacak ve bütün dünyada şubeleri olacak. Burası kök olacak ve büyük bir ağaç haline gelecek. Her ülkeye ulaşacak, her potansiyel insana ulaşacak. Dünyanın her yerinde küçük komünler, merkezler yaratacağız.
Dünyada ol, ama dünyadan olma. Dünyada yaşa, ama dünyanın senin içinde yaşamasına izin verme. Benim mesajım bu.
Bir Zen deyişi vardır: "Yabankazları yansımalarını düşürmek istemez. Suyun onların imgesini alacak zihni yoktur."
Yabankazları suyun üzerine yansımalarını düşürmek arzusuna sahip değildir ve suyun o imgeyi alma arzusu, alacak zihni yoktur, ama olur işte! Yabankazı uçarken, su onu yansıtır. Yansıma oradadır, imge oradadır, ama suyun yansıtacak zihni, yabankazının yansıtılma arzusu yoktur.
Sannyasinlerimin yolu bu olmalıdır. Dünyada ol, dünyada yaşa, bütün olarak yaşa, hırsların olmadan, arzuların olmadan, çünkü tüm arzular seni yaşamaktan alıkoyar, tüm hırslar şu anını feda eder. Açgözlü olma, çünkü açgözlülük seni geleceğe götürür; sahiplenici olma, çünkü sahiplenicilik geçmişe tutunmana sebep olur. Şu anda yaşamak isteyen bir adamın açgözlülükten, sahiplenicilikten, hırslardan, arzulardan kurtulması gerekir.
Ve benim meditasyon sanatı dediğim şeyin tamamı budur. Farkında ol, tetikte ol, böylece tüm bu hırsızlar içine girip seni kirletme fırsatına sahip olmasın. Meditasyon yap, ama dünyada ol. Ve benim deneyimim şudur: Dünyanın muazzam faydası vardır, seni meditasyon halinde kılmak konusunda muazzam yardımı olur. Dikkatini çekecek her fırsatı verir, ama dikkatin dağılmazsa her başarı muazzam bir coşku olur. Odaklanmış kalırsın, bir siklonun merkezi olursun. Siklon çevrende kükrer durur, ama senin merkezin etkilenmez.
Gerçek sannyasinlerin yolu budur: Dünyada kalmak, ama ondan etkilenmemek, dokunulmamak.
SESSİZLİK İÇİNDE
10 Nisan 1981'de Osho çalışmasının nihai aşamasına girdiği ve o günden itibaren yalnızca sessizlik aracılığı ile konuşacağı mesajını yolladı. Sektereri ile görüşmeye devam ediyordu, ama ortaya çıkmıyordu. Bu durum satsanglar tekrar başlayana kadar üç hafta devam etti. Sonra Osho meditasyon salonuna gelmeye, müritleri ve konukları ile sessizce oturmaya başladı. Toplantıların başında kadim bir Budist ilahisi söyleniyordu ve toplantılar müzik, şarkı ve danslarla sona eriyordu.
Bu arada Osho'nun sağlığı gittikçe daha hassaslaşıyordu. Alerjilerine ek olarak, artık şiddetli sırt ağrıları çekiyordu ve doktorlar sonunda ameliyata ihtiyaç duyacağından korkuyordu. Bir disk kayması ve ağırlaşması durumunda sinir ezilmesi potansiyeli ile endişeleri çoğaldı. Osho'nun özel sekreterinin asistanı Ma Anand Sheela, bir kriz daha geçirmesi ihtimaline karşılık tedavi görmesi için Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmesini ayarladı. 1 Haziran 1981'de ev halkı ve tıp ekibi ile birlikte Bombay'dan New York'a uçtu.
1981-1985: THE BIG MUDDY RANCH(2)
Osho'nun Amerika Birleşik Devletleri'ne gelmesinden birkaç hafta sonra Sheela doğu Oregon çöllerindeki üç yüz yirmi iki kilometrekarelik eski bir sığır çiftliğini satın alma işlemlerini tamamladı. En yakındaki kasaba Antelope'dan otuz iki kilometre uzakta olan Big Muddy Ranch John Day Irmağı'na bakan, iki Oregon ilçesinin sınırında, otlarla kaplı bir arsaydı. Yalnızca birkaç küçük çiftlik evi, dik, tozlu bir şosenin sonundaki vadide birkaç binası vardı. Ağustos sonunda bir dizi prefabrike ev kurulmuştu. İçlerinden biri Osho'nun konutu idi. O ve ev halkı 29 Ağustos'ta çiftliğe götürüldü.
Buda hatalar yaptı, Mahavira hatalar yaptı ve ben önünde oturuyorum. Sence Oregon'a gelerek hata yapmadım mı? Aydınlanmış olmanın yanılmaz olmak anlamına gelmediğinin kanıtıyım ben. Büyük Çamurlu Çiftlik'e düşebilirsin! Ve artık çıkmak imkânsızdır. Çıkmak için ne kadar uğraşırsan, çamura o kadar saplanırsın.
Bu o kadar açık ki Buda'nın, Mahavira'nın yaptığı hataları söylememe gerek yok: Ben de hatalar yaptım ve yapmaya devam ediyorum; ama bu aydınlanmışlığımı tehlikeye atmıyor. Bununla ilgisi yok.
Hatalarımdan olabildiğince faydalanıyorum. Büyük Çamurlu Çiftlik'te yaptığımız bu, aydınlanmış bir şekilde, bundan iyi bir şey çıkarmaya çalışıyoruz. İçine düştüysek, hatamız bu olabilir, ama bu Büyük Çamurlu Çiftlik için talihli bir şey, bu yüzden bundan en iyisini çıkaralım. Ve en iyisini çıkarmak için çok çabalıyoruz.
Ama bu, diğer insanlar yanılmaz olduklarını iddia ediyorlar. Ben, çok açıdan, çatlağın tekiyim. Bu tür şeyler söylememeliyim, hata yaptığımı söylememeliyim. Bu mesleğime uymuyor; ona karşı. İşte bu yüzden benim mesleğimden insanlar benden nefret ediyorlar, çünkü şöyle diyorlar, 'Bunları söylememen gerekirdi. Hata yaptığını anlasan bile onu örtmeye çalış. Hata değilmiş gibi yapmaya çalış.' Onlar yüzyıllardır böyle yapıyor. Ama ben yapamam. Ben savunmasızım, aldatamam.
RAJNEESHPURAM, YASADIŞI ŞEHİR
Birkaç ay içinde Osho'nun sannyasinlerinin, beş bin kişiyi barındıracak konutları olan, yılda dört festival düzenleyen, Osho'nun kitaplarını basacak, kendine yeterli bir topluluk yaratmayı umut ettikleri belli oldu. Nüfus baharda ve yazın hızla büyüdü, yeni gelenler çadırlarda yaşayarak büyük bir bostan ve mandıra yarattılar, altyapı için borular ve kablolar döşemeye, yolları iyileştirmeye, dere yataklarını onarmaya, çıplak yamaçları yeniden yeşillendirmeye başladılar. Yerleşime karşı yerel düşmanlık hızla güç ve şiddet kazandı. İnşaat izinleri reddedildi, Osho ve topluluğunun üyelerine karşı şiddet tehditleri yapıldı, sannyasinlerin Portland'da satın aldıkları bir otel bombalandı. Oregon valisi, yeni gelenler toplumdan kabul görmemişlerse, gitmeleri gerektiğini düşündüğünü söyledi.
1982'de çiftliğin sakinleri Wasco İlçesi'ne, Rajneeshpuram Şehri olarak dahil olmak için oylama yaptı. Bu dahil olma ilçe komisyon üyeleri tarafından onaylandı, ama kendine 'Oregon'un 1000 Dostu adını veren bir grup tarafından dava edildi. Daha sonra eyalet başsavcısı şehrin dahil edilmesinin kilise ile devlet ayrımını ihlal ettiği için anayasaya karşı olduğunu iddia etti. Köktendinci Hıristiyan rahipler Osho'nun İsa-karşıtı olduğunu söyledi ve yerel çiftçiler Rajneeshpuram'a yol gösteren tabelaları hedef tahtası olarak kullandı. 'Rajneesh karşıtı' toplantılarda Osho'nun imgesinin üzerinde hedef tahtası gösteren tişörtler ve beyzbol şapkaları satıldı.
Osho din öğretmeni olarak ikamet izni almak için başvurdu, ama sessiz olduğu, bu yüzden öğretmen olamayacağı iddiası ile reddedildi, karar temyizde bozuldu. 1984'e gelindiğinde şehrin hukuk bölümünde iki yüzden fazla insan çalışıyordu ve düzinelerce dava ile ilgileniyordu. Bilgi Özgürlüğü Yasası adı altında elde edilen belgeler Reagan yönetiminin en yüksek seviyelerinin, komünü dağıtmanın ve Osho'yu ülkeden atmanın bir yolunu bulmaları için federal ve eyalet dairelerine baskı yaptığını göstermektedir.
Toprak kullanımı yasaları yüzünden bu şehrin yıkılmasını istiyorlar. Ve o aptalların hiçbiri gelip toprağı nasıl kullandığımızı görmedi. Onu bizim kullandığımızdan daha yaratıcı bir şekilde kullanabilirler mi? Ve elli yıl boyunca toprağı kimse kullanmadı; mutluydular, bu iyi bir kullanımdı. Artık biz toprağı kullanarak yaratıyoruz. Biz kendine yeterli bir komünüz. Yiyeceklerimizi, sebzelerimizi, meyvelerimizi kendimiz üretiyoruz; kendi kendimize yeterli olmak için her tür çabayı gösteriyoruz.
Bu çöl... bir şekilde benim gibi insanların kaderi gibi görünüyor. Musa çöle gitti. Ben çöle gittim ve şimdi onu yeşillendirmeye çalışıyoruz. Onu yeşillendirmek zorundayız. Evimim çevresinde dolaşsan Oregon'da olduğunu düşünmezsin; Keşmir'de olduğunu düşünürsün. Ben geldiğimde tek bir ağaç yoktu. Yeşillik yoktu. Sheela beni buraya getirdiğinde şok geçirdim; ev çırılçıplak duruyordu. Ve ben hep güzel bahçelerde yaşadım; nerede yaşadıysam, güzel bir bahçe yarattım.
Bu mekânı, büyük çabayla verimli kıldık. Halkımız günde on iki, on dört saat çalıştı ve gelip burada ne olduğunu görmüyorlar. Başkentte oturarak bunun toprak kullanım yasalarına aykırı olduğuna karar veriyorlar. Eğer bu toprak kullanım yasalarına aykırıysa, o zaman senin toprak kullanım yasaların düzmece ve yakılmalı. İlk önce gel ve gör, bunun toprak kullanım yasalarına aykırı olduğunu kanıtla. Ama gelmeye korkuyorlar.
Ben hep Amerika'ya demokratik bir ülke olarak saygı duydum. Bireye, özgürlüğe, ifade özgürlüğüne gösterilen saygıyı takdir ettim. Ben Amerikan Anayasası'nı hep sevdim. Ve şimdi buraya gelmesem daha iyi olacağını hissediyorum, çünkü kesinlikle hayal kırıklığına uğradığımı hissediyorum. O Anayasa düzmece. Bu sözcükler -birey, özgürlük, kapitalizm, ifade özgürlüğü- yalnızca sözcük. Perdenin arkasında aynı politikacı, aynı çirkin yüz, aynı sert zihin var, çünkü benim fikrime göre yalnızca dünyadaki en sert insanlar politikaya ilgi duyar. En sert, en aşağılık insanlar, çünkü ancak güçleri olursa bir şeyler yapabileceklerini bilirler. Ancak zararlı bir şey yapmak için güce ihtiyacın olur; aksi halde sevgi yeterlidir, merhamet yeterlidir.
ŞEHRİN GERÇEKTEN TÜM İNSANLIK TARİHİNDE benzersiz. Şehirler oldu, şehirler olmadı; ama yasadışı bir şehir? Daha önce hiç duyulmadı. Burası bir şehir," ama yasadışı. Var olduğun tanınmıyor. Görmezden geliniyor, sen yoksun.
Ben buradayım ve burada olacağım. Beni geri göndermenin yolu yok... Çünkü benim de kendi ayarlamalarım var. Hint hükümetini beni reddetmeleri için ikna ettim, bu yüzden beni nereye gönderecekler? Beni yalnızca Hindistan'a sınır dışı edebilirler. Hindistan'ı önceden ikna ettim; beni kabul etmeyecekler. Burada, Büyük Çamurlu Çiftlik'te kalakaldım. Beni buradan atmanın yolu yok.
Ama bu aptallar iktidarda. Wasco İlçesi genel planında Rajneeshpuram'ın ismi bile yok. Wasco İlçesi kayıtlarına göre Rajneeshpuram yok. Beş bin insan aniden yok olursa, Oregon valiliği yok olduklarını bile söyleyemeyecek, çünkü o zaman ilk önce burada olduğumuzu kabul etmek zorunda kalırlar ve biz burada değiliz!
Ama bir açıdan bu çok iyi. Oregon'da değilsek, o zaman elbette Amerika'da da değiliz. Bu yeni bir ulusun doğuşu gibi görünüyor. Kısa süre sonra kendi anayasamızı yapar, bağımsızlığımızı ilan ederiz. Başka yapılacak ne var ki?
KİLİSE VE DEVLET
Geçen gün bir bilgi aldım: Oregon başsavcısı Rajneeshpuram'ı yasadışı ilan etmiş. Verdiği sebep, Rajneeshpuram'da din ile devletin karışmasıymış.
Şimdi, ilk olarak, bizim dinimizin dünya üzerinde var olmuş hiçbir din ile ilgisi yok. Bir din olduğumuzu sırf yasal zorunluluktan dolayı belirtiyoruz; aksi halde dünya üzerinde bu kadar dinsiz başka topluluk bulamazsın. Hangi din var ki? Tanrı yok, Kutsal Hayalet yok, İsa Mesih yok, papa yok, dua yok, kimse ölümle ilgilenmiyor. Herkes yaşamla öylesine ilgili ki, kimin zamanı var?
Aslında, ölüm halkıma gelirse beklemek zorunda kalır. Halkım yaşamakla o kadar ilgili ki, ölüm bile tekrar düşünmek zorunda kalır... Otuz, kırk, elli yıldır ölü olan insanları kolaylıkla alabilir. Ölüm için sorun değil, endişelenecek durum yok; yalnızca götürülürler. Ölümden sonra yeterince yaşamışlardır zaten.
Belki ölüm çok meşguldür, öyle olmalı. Bu gezegen ve üzerinde yaşam olan diğer elli bin gezegen ve hiçbir din ölümün iş arkadaşları, yardımcıları olduğunu söylemez. Ölüm yalnızdır. Zavallı ölümün büyük bir bürokrasiye ihtiyacı var, tüm işi tek başına yapıyor. Bu yüzden, elbette otuz yaşlarına gelince pek çok kişi ölüyor ve sonra kırk, elli, altmış sene sıralarının gelmesini bekliyorlar. Ölüm ne yapabilir? Henüz eski dosyaları temizleyememiş ve sen ölmeye devam ediyorsun.
Ama benim halkıma gelince ölüm şaşıracak.
Bunlar yaşayan insanlar, yaşamla o kadar ilgililer ki, ölüm konusunda düşünmüyorlar bile. Ölüm seni almadan bir daha düşünmek zorunda kalacak. Belki şöyle düşünür, "İlk önce bitmek tükenmek bilmeyen, gecikmiş işleri bitirsem iyi olacak. Bu insanlar daha sonra alınabilir; bırak biraz daha yaşasınlar."
Bu nasıl bir din? Ben buna dinsiz din dedim. Ona dinsizlik dedim.
Burada vaaz yok. Benim konuşmalarıma kesinlikle vaaz denemez. Onlara anti-vaaz diyebilirsin. Devlet işlerine karışan, hangi din olduğunu düşünüyorlar acaba? Ve hangi devlet? İlk olarak, dünyadaki herhangi bir sözlüğün tanımladığı bir din değiliz. Bizim kendi sözlüğümüzü, kendi tanımlarımızı yaratmamız gerekecek.
Ve hangi devlet var? Yalnızca yollarla, temizlikle, evlerle, hastaneyle ilgilenmesi gereken bir şehir konseyi. Din yollara nasıl karışabilir? Çok uğraştım, ama çıkartamadım: Dini yollarla nasıl karıştıracağız? Dini evlerle nasıl karıştıracağız? Dini hastanelerle, ilaçlarla, iğnelerle nasıl karıştıracağız? Bunu nasıl yapacakları konusunda bize ipucu vermeleri gerek. Çünkü burada, hastaların canını sıkmak için hiçbir dindar rahip hastaneye gitmiyor.
O insanlar doların üzerine, "Tanrı'ya güveniriz" yazıyorlar. Doların üzerine! Dini devletle karıştıran kim? Sen dini pis dolara bile karıştırıyorsun! Yargıtay'ın kapısına, "Tanrı'ya güveniriz" yazılmış. Bir gün Yargıtay'a gidecek olursam -çok olası, bunu başarabilirim- o zaman onlara soracağım, "Tanrı nerede? Ve bunu hangi yetkiye dayanarak yazdın? Eğer kapıda yalan varsa, benden gerçeği söylemek için yemin etmemi isteyemezsin. Bunun yerine benden gerçeği değil, yalnızca yalan söylemek için yemin etmemi isteyin" çünkü en büyük yalan orada, Yargıtay'ın kapısında. Her dolar banknotunun üzerinde büyük bir yalan var: Tanrı'ya güveniriz.
O insanlar her gün dini devlet işlerine karıştırıp duruyorlar, ama onlar yasal. Benim dinimi herhangi bir şeyle karıştırmak için yolum yok, o kadar karışmaz bir şey. Burası tüm dünya üzerindeki en yasal şehir. Eğer dini karıştırmak bir şehri yasadışı yapıyorsa, o zaman dünyadaki tüm şehirler yasadışı, çünkü her yerde din karıştırılmış. Burası dinin hiç karıştırılmadığı tek yer.
Aslında, burada din hiç yok.
PEK ÇOK BAŞVURUDAN SONRA RAJNEESHPURAH ŞEHRİNİN yasallığı sonunda ABD Yargıtay'ı tarafından Mayıs 1988'de, Osho Hindistan'a döndükten neredeyse iki sene sonra kabul edildi.
1983: ŞEHİR ÇAPINDA AİDS TESTİ
Osho hâlâ sessizlik ve inziva halindeydi, ama doktorları AİDS salgınından bahsettiği zaman Rajneeshpuram şehrinin tüm sakinlerinin ve konuklarının test yaptırarak örnek olmasını önerdi. Aynı zamanda, insanların enfeksiyona karşı önlemler almasını, prezervatif kullanmasını, bedensel sıvıları içeren önsevişme oyunlarında lateks eldivenler kullanmalarını, öpüşmekten kaçınmalarını tavsiye etti. O zamanlar bu önlemler aşırı, hatta saçma görüldü ve basında alay edildi. Topluluğun HIV pozitif olduğu anlaşılan üyeleri ayrı konutlara yerleştirildi ve yapmaları için iş, eğlence ve tıbbi bakım sağlandı.
Belki de burası dünyada AİDS'e karşı her önlemin alındığı tek yer. Altı bin insan testten geçti, başka hiçbir yerin tüm şehri testten geçirecek cesareti yok. AİDS olan insanları bulmaktan korkuyorlar. Ve belki de AİDS olduklarını hisseden insanlar testten geçmiyorlar, çünkü pozitif çıkarsa karıları, çocukları, anne babaları bile onları reddeder. Kendi evlerinde yerleri olmaz. Hiçbir restorana girmelerine izin verilmez. Kendi dostları düşman olur.
Bu yüzden testten geçmek istemiyorlar; hükümet istemiyor, hastaneler istemiyor. Ve yangın yayılıyor; kimse onu görmek, tanımak istemiyor. Bu akıllıca değil. Gözlerini kapatmak düşmanın yok olduğu anlamına gelmez.
Biz AİDS olan iki kişi bulduk. Onlar için çok güzel, izole bir yer yaptık; paramızın yettiğinin en iyisi onlara sağlandı. Tüm saygımıza ve sevgimize sahipler.
1984: BİR FAŞİZM ÖRNEĞİ
Ekim 1984'te Osho sessizlik ve inziva dönemini bitirmeye, günlük konuşmalarına devam etmeye karar verdi. Tuhaf bir şekilde, sekreteri Sheela bu karara karşı çıktı ve sağlığı için endişelendiğini belirterek Osho'yu konuşmamaya ikna etmeye çalıştı. Sonunda Osho'nun kendi evinin oturma odasında küçük gruplarla konuşarak başlamasına karar verildi.
Başta konuşmalarının video teypleri ertesi gün, meditasyon salonunda tüm topluluğa gösteriliyordu. Sheela bu gösterilerin askıya alınmasını, çünkü yapılacak çok iş olduğunu söylediğinde topluluk isyan etti ve videoların günlük işler bittikten sonra, gecenin geç saatlerinde gösterilmesi konusunda anlaşıldı.
Sonunda 14 Eylül 1985'te Sheela ve destekçilerinden bir grup eşyalarını topladı ve Almanya'ya gitti. O gider gitmez takipçilerinden bazılarının karıştığı bazı yasadışı eylemlere ilişkin kanıtlar ortaya dökülmeye başlandı. Bunların içinde Osho'nun doktorunun ve bakıcısının zehirlenerek öldürülme teşebbüsleri, ilçe planlama ofisinin bombalanması, Osho'nun odasının, telefonlarının ve topluluk içindeki ofislerin dinlenmesi vardı.
Osho aldığı bilgileri halka açıkladı. Eyalet ve federal dedektiflere her tür desteği verdi. Basın temsilcileri Osho ile röportaj yapmak ve bu tür olayların nasıl olabildiğini sormak için akın etti.
S: SHEELA İLE GÖRÜŞTÜĞÜMDE, EN AZINDAN PRATİK konularda zeki olduğu kolayca anlaşılıyordu, ama aynı zamanda çok baskılayıcı, çok sert bir taraf da görülebiliyordu. Onunla her gün görüştüğünüze göre siz bunu görmüş olmalısınız.
Y: Biliyorum! Ama çevredeki sert politikacılar için buna ihtiyaç vardı. Komünü masum insanların eline bırakamazdım, politikacılar onu yok ederdi.
S: Ama çiftlikte yaptıklarını görmediniz mi?
Y: Hayır, çünkü ben hiç dışarı çıkmıyor, kimseyle görüşmüyordum...
S: Ama Oregon'daki komün kadar büyük bir deney yapıyorsanız, sizce en azından bir kişinin daha gelip sizinle konuşması faydalı olmaz mıydı?
Y: Hayır. Benim sessizliğimle karşılaştırıldığı zaman deneyin hiçbir anlamı yok. Ben herkese birey olmalarını, kendi görüşlerine güvenmelerini öğretiyorum. Ve yapmak istemediği bir şeye zorlandığını hisseden biri olursa, buna isyan etmeye gücü var. Teslim olmaya gerek yok. Pek çok insan gitti.
Artık tamamen farklı bir atmosfer olacak, ama dünyaya, olan bitene bakınca, bu hiç iyi olmasa da, yalnızca kötü insanlar başarmış. İyi insanlar başaramamış.
S: Geçen sene boyunca kendi kendime düşündüm, Osho ne zaman Sheela'dan kurtulacak ya da durumu değiştirecek? Ve onun gidip bazı şeyleri yapmasına izin veriyormuşsunuz gibi görünüyordu.
Y: Ancak zamanı geldiğini hissedersem bir şey yaparım. Bir şey yapma noktasının geldiğini gördüğümde yaptım.
S: Bir şey yapma zamanının geldiğini nasıl anladınız?
Y: Grubu doktorumu zehirlediği zaman. O zaman doktoruma ve bakıcıma bazı şeyler sormaya başladım ve konuşmaya, insanlarla görüşmeye başlayacağımı bildirdim. Sonra yavaş yavaş bana bilgi gelmeye başladı ve ben Sheela ile grubunu teşhir etmeye başladım. Sonra hükümete, polise, FBI'a haber verdim, hepsi buradalar, ama neredeyse hiçbir şey yapmıyorlar. Onlara her tür kanıtı verdik ve, 'Elle tutulur kanıtımız yok,' deyip duruyorlar. Hangi elle tutulur kanıtı istediklerini anlayamıyorum, insanları elleri kanlı mı yakalamak istiyorlar?
S: Neden yaklaşık dokuz ay beklediniz?
Y: Öyle gerekiyordu, çünkü Sheela pek çok hukuki davada mücadele veriyordu, olayları ortasında kesmek istemedim. Her şeyin, yeni bir grubun başlayabileceği bir sonuca varmasını istedim. Ve davalar bitmiş, yeni davalar neredeyse sekiz ay sonra başlayacaktı, beklediğim zaman buydu, yani yeni insanlar sekiz ayda işi üstlenmek için çok iyi hazırlanabilirdi. Ve mücadele edebilecekler, sorun yok.
S: Çok riskli bir oyun oynuyorsunuz.
Y: Kesinlikle! Ben risk alan bir insanım. Ve bu bir oyun, doğru zamanlamayı bilirim. Ben yalnızca bir hakemim, başka bir şey değil.
James Gordon'a verdiği röportajdan
The New Yorker
SHEELA'NIN GRUBUNUN YASADIŞI EYLEMLERİ İLE İLGİLİ sayıları gittikçe artan keşifler toplulukta şok ve karışıklık yarattı, daha önce açıklanamayan durumlar ve olayların ardında yatan strateji ile ilgili kavrayış dalgaları yükseldi. İnsanlar kişisel sorumluluk meseleleri ile mücadele etmeye başlarken Osho günlük söylevlerinde, bu sorulara gittikçe artan bir keskinlikle yanıt verdi.
Dış dünyadakinden farklı bir hayat yaşamaya çalışıyoruz. Bu yüzden yalnızca iki yol var: Sheela'nın yolu ve benim yolum. Ben sana faşizmin nasıl bir şey olduğunu göstermek için Sheela'yı sekreterim yaptım. Artık benim yolumda yaşa. Sorumlu ol, böylece kimsenin sana emretmesine gerek kalmaz.
Sheela'yı geri istiyorsan, onu ve çetesini çağırabilir, komünü ona verebilirim. Kimsenin sana diktatörlük yapmasını istemiyorsan, sorumluluk al.
Ve sen çok zeki bir insansın, ama zeki insanların sorunu bu. Özgürlüğü hep yanlış kullanmak istiyorlar.
Almanya'nın dünyadaki en entelektüel ülkelerden biri olduğunu hatırlatmak isterim. Dünyaya Kant, Hegel, Feuerbach, Karl Marx, Sigmund Freud, Martin Heidegger gibi insanları verdi; büyük filozoflar, büyük psikologlar. Ve üçüncü sınıf bir çatlak, Adolf Hitler, ülkenin tüm aydınlarının onu takip etmesini sağladı.
Ve insanlığın bundan hiçbir şey öğrenmediğini düşünüyorum. Öğrenmezsen, tarih tekrar eder. Öğrenirsen, tarihin tekrar etmesini engellersin.
Martin Heidegger belki yüzyılın en önde gelen filozoflarından biriydi ve Adolf Hitler'in çağdaşı idi. Adolf Hitler'i destekledi, anlamak mümkün değil! Toplumun kreması olan tüm gençlik, aydınlar, üniversite rektör yardımcıları, profesörler, hepsi Adolf Hitler'i, eğitimsiz, sanat okuluna kabul edilmemiş, zeki olmadığı için mimarlık fakültesine kabul edilmemiş bir adamı destekledi. Bu adam dünyadaki en zeki ülkenin önderi oldu ve en faşist rejimi yarattı. Neredeyse on milyon insan öldürdü ve halk hâlâ onu destekliyordu.
Bunun psikanalizi yapılmalı. Sebep neydi? Sebep şuydu, Almanya Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmişti. Aydınlar kendi aralarında mücadele ederler. Tartışırlar, rasyonalize ederler, felsefe yaparlar; fiziksel olarak aktif insanlar değillerdir. Ve benmerkezcidirler. Her biri, yaşamın sırrını bulduğunu sanır.
Birinci Dünya Savaşı'nda yenildikten sonra Almanya kaos içindeydi. Kaos Adolf Hitler'i yarattı çünkü o bir söz verdi ve sözünü tuttu, "Bu ülkeyi yine birleştirebilirim, güçlü kılabilirim, o kadar güçlü ki, tüm dünyayı yönetebilir."
Bu çok ihtiyaç duyulan bir şeydi, insanlar çalışmıyordu, insanlar yaratıcı değildi. Ülkeyi yine yaratıcı, disiplinli kılacak birine ihtiyaç vardı ve Adolf Hitler boşluğu doldurdu. On yıl içinde Almanya yine bir dünya gücü oldu.
Tuhaf! İnsanlara özgürlük verirsen tembelleşiyorlar, çalışmak istemiyorlar. Ama onlara faşist bir düzen verirsen tüm potansiyelleri ile çalışıyorlar; yaratıyorlar, birleşiyorlar, güçleniyorlar. Almanya beş sene boyunca kazandı. Bu, Alman halkına doğru insanı seçtiklerini kanıtladı, tüm dünya bir yana, o yeterliydi.
Aydınlara kimsenin vermediği egoyu verdi. Onlara Kuzey Alman ırkının en saf Aryan ırkı ve dünyanın geri kalanına hükmetmeye yazgılı olduğunu, çünkü tüm diğerlerinin düşük ırktan olduğunu söyledi. Bu muazzam bir tatmin veriyordu. Entelektüel ego çok tatmin olmuştu ve Martin Heidegger gibi bir adam bile tuzağa düştü.
Ancak Hitler yenildikten ve Almanya neredeyse yok edildikten sonra insanlar yaptıklarına, ne tür bir adamı desteklediklerine bakmaya başladı: Bir canavar, milyonlarca insanı öldüren bir katil, belki de tüm tarihteki en büyük katil.
Bu yüzden bir şeyi unutma: Özgürlük başıboşluk değildir. Özgürlük sorumluluktur. Ve o sorumluluğu kendin almazsan, senin adına başkası alır. Ve sen köleleşirsin.
İnsanlar bana hepsi üniversite mezunu olan, dünyanın en iyi üniversitelerinden mezun beş bin insanın dört sene boyunca neler olup bittiğini nasıl görmediğini soruyor.
Sebep şuydu: Sheela yalnızca çirkin ve faşistçe bir şey yapmıyordu, aynı zamanda komünü yaratıyordu. Aynı zamanda çölü bir vahaya çeviriyordu. Komünü her açıdan çok rahat yapıyordu. Paranın iki yüzü vardır, sen aydınlık yanına baktın. Ve Oregon'da -Sheela ile grubunun yarattığı- bir düşmanlık ile çevriliydin. Bu basit bir siyasi stratejidir.
Adolf Hitler, otobiyografisi Mein Kampf'da (Kavgam), bir ulusun güçlü olmasını istiyorsan, çevresinde düşmanlar yaratmalısın, der; aksi halde insanlar gevşer. Onları daima paranoya içinde tut, tehlike ile çevrelendiklerinden korksunlar. Ve Sheela bunu yarattı. Oregon hükümetinde düşmanlık yarattı. Genel olarak Amerikalıların düşmanlığını çekti. Bu da onların birbirine yaklaşmasını, güçlenmesini sağladı: "Hazır olun ki kimse size zarar veremesin."
Bu yüzden sorumluluk almazsan, böyle bir şey yine olabilir. Tarih kesinlikle tekrar eder, çünkü insanlar ders almıyor.
TUTUKLANMA
Osho Sheela'nın suçlarının soruşturulması için kanun uygulayıcıları ile işbirliği yapmaya söz vermişti, ama dedektifler dikkatlerinin çoğunu Osho ile şehrin kalan sakinlerini suçlamak için sebepler aramaya çevirdiler. Osho ile pek çok sannyasini göç kanunlarına aykırılıktan suçlayacak bir soruşturma kurulu kurulacağına ilişkin ısrarlı söylentiler vardı. Ama Osho'nun avukatlarının barışçıl teslim için pazarlık çabaları ABD Savcısı Charles Turner tarafından, bu tür görüşmeler yapmak için 'erken' olduğu iddiası ile reddedildi.
Bu arada Ulusal Muhafızlar Rajneeshpuram'ı istila etmek için konuşlanmıştı. Topluluğa silahlı saldırı düzenleyeceklerinden endişelenilerek, Osho'nun ülkenin diğer ucuna, Charlotte, Kuzey Carolina'ya uçmasına karar verildi. Avukatları durumu açıklığa kavuşturmaya çalışırken orada zarar görmeyeceği düşünülmüştü. Osho ve ekibi Charlotte'a indiklerinde, tehlikeli teröristler bekledikleri bildirilen ağır silahlarla donanmış gümrük memurları ve şerifler tarafından karşılandılar. Tutuklama izinleri olmayan memurlar Oregon'dan fakslanan şüpheliler listesini okudular. Uçakta bu insanların hiçbiri yoktu; yine de Osho dahil herkes tutuklandı ve Charlotte'un federal binasındaki hücrelerde tutsak edildiler.
Üç gün sonra başlayan duruşmalarda Osho'ya eşlik eden sannyasinler serbest bırakıldı, ama yargıç Osho'nun ayrı bir kefalet duruşması için Oregon'a gönderilmesine karar verdi. Yetkililer ticari bir uçak ya da özel jet yerine mahkûm nakil uçağı ile götürülmesi konusunda ısrar ettiler. Mahkûm nakil uçağının ülke boyunca yolculuğunu tamamlaması altı gün sürdü ve o günlerde hükümet Osho'nun nerede olduğunu avukatlarına bildirmeyi reddetti. Daha sonra bu sırada, sözde kendi güvenliği için Oklahoma'da federal cezaevinde tutulduğu öğrenildi.
Osho sonunda, müritleri arasında evlilikler ayarlanmasında katkısı olması, ilk turist vizesinde gerçek amacını belirtmemesi gibi bir dizi göç yasası ihlalleri ile suçlandı ve Oregon'da kefaletle serbest bırakıldı. Oregon memurları ile pazarlıklardan sonra Osho'nun avukatları, davanın sürmesi durumunda Osho'nun güvenliğinin sağlanamayacağından endişelendi. Osho gönülsüzce, ona yöneltilen otuz dört suçlamanın iki tanesine itiraz etmemeyi ve ülkeden ayrılmayı kabul etti.
Mahkumiyeti sırasında sağlığı epeyce bozulmuştu, ama doktorları ancak iki yıl sonra Osho'nun gözetim altındayken zehirlendiğinden şüphelenmeye başladı.
BENİ SINIRDIŞI EDERLERKEN [ABD SAVCISI CHARLES Turner] bir basın konferansında benim hiçbir suç işlemediğimi itiraf etti. Beni sınır dışı etmelerinin sebebi olarak şunu gösterdi: "Komünü yok etmek istedik. Önceliğimiz buydu." Ve beni sınır dışı etmeden komünü yok etmeleri imkânsızdı.
Tutuklama emri olmadan, sebep göstermeden beni tutukladılar. Üzerinde yalnızca birkaç isim olan bir kâğıt parçası: "Bu insanların hemen tutuklanması emrini aldık."
Dedim ki, "Ama pasaportlarımıza bakmalısınız! Benim ismim o kâğıdın üzerinde yok; yanımdaki altı kişinin de yok. Tamamen saçmalıyorsunuz. Pasaportlarımıza bakın ve isimleri karşılaştırın; yanlış insanları tutukluyorsunuz." Yine de tutuklandık.
Aslında, beni tutuklamak için hiç kanıtları yok. Ama on iki gün boyunca bana kefaletle çıkma hakkı vermediler. Beni Kuzey Carolina'da tutukladılar ve Kuzey Carolina'dan komünün bulunduğu Oregon'a uçmak yalnızca beş saat sürer. Benim Portland'a ulaşmam on iki gün sürdü. Beni hapishaneden hapishaneye sürüklediler; on iki gün içinde altı hapishaneye sürüklendim.
Ancak daha sonra, İngiliz zehir uzmanları semptomlarımı inceleyip, karar verdikleri zaman anladım. Bana talyum isimli özel bir zehir vermişler. Kanda ya da idrarda iz bırakmıyor; yok olup gidiyor. Tüm semptomlar bende vardı, zehir yok olduğu zaman, bedende belli rahatsızlıklar bırakıyor. Bu zehir siyasi suçlulara karşı kullanılıyor. Ama daha büyük bir doz verirsen insan hemen ölüyor. İşte bu yüzden on iki güne ihtiyaçları vardı, hapishanede ölmemem için küçük dozlar veriyorlardı, aksi halde tüm dünya tarafından kınanırlardı.
Ve beni serbest bıraktıkları zaman, Amerika'yı hemen, on beş dakika içinde terk etmem emredildi. Arabam mahkemenin önündeydi ve jetim havaalanında çalışır durumda bekliyordu; hemen gitmeliydim. Bir gün daha kalırsam temyize başvuracağımdan korktular. Ve davayı kazanmam için her sebep vardı, çünkü suçlamalarının hiçbiri... Sessizlik içinde olan, evinden hiç çıkmayan bir adama karşı otuz dört suçlama. Nasıl otuz dört suç işleyebilir ki? Ve hiçbir suça ilişkin kanıtları yoktu.
Amerikan tarzı demokrasiyi iş başında görünce... Demokrasi hakkında konuşmak kesinlikle saçmalıktı. Anayasaları dünya için bir vitrin yalnızca. Ülke özgürlükten bahseden kanun kaçakları ile dolu.
1985-1986: "DÜNYA TURU"
KULU MANALI
14 Kasım 1985'te, mahkemesinden hemen sonra, Osho Portland havaalanından havalandı, Kıbrıs üzerinden Delhi'ye uçtu. 17 Kasım'da Delhi'ye indi ve binlerce Hintli sannyasin tarafından karşılandı. Orada bir basın konferansı verdi ve Kulu Manali'ye devam etti. Orada 19 Kasım'dan itibaren düzenli röportajlar verdi. Bu arada sannyasinleri tekrar yerleşebileceği ve çalışmalarına devam edebileceği bir yer aramaya başladılar. Hint hükümeti bakıcısı, doktoru ve ekibinin kalanının vizelerini uzatmayı reddetti ve röportaj vermeyi, müritleri ile görüşmeyi bırakmazsa Osho'yu pasaportuna el koymakla tehdit etti. 3 Ocak 1986'da Nepal'e, Kathmandu'ya uçtu.
Nepal krallığı konutumu ve komünümü kurmama izin verecekti, ama Hinduizm'e karşı konuşmayacaktım. Nepal bir Hindu krallığı, dünyadaki tek Hindu krallığı.
Reddettim. Dedim ki, "Ben ne konuşacağımı ve ne konuşmayacağımı hiç planlamam. Söz veremem. Ve yanlış bir şey görürsem, bunun Hinduizm, Hıristiyanlık ya da Müslümanlık olmasının hiç önemi yok, ona karşı konuşurum."
21 Ocak'ta Osho bir bildiri sunar:
Bir dünya turuna çıkıyorum, çünkü siyasi sınırlara inanmıyorum ve tüm dünyayı benim sayıyorum. Ve tüm dünyada halkım var, pek çoğunu yıllardır görmedim, ilk adımı atan insanlarım kendilerini kalabalıktan çoktan ayırdılar. Artık Hıristiyan değiller, Yahudi değiller, Hindu değiller. Harika bir iş yaptılar, çok nadir bir şey, daha önce bu kadar büyük sayıda insan tarafından yapılmamış, benzersiz bir şey.
Artık yalnızca iki yol var: Ya bana gelirler ki çıkarları bunu daha güç kılıyor. Beni halkımdan izole etmek istiyorlar, bunu yapmaya çoktan başladılar. Benim onların faşist stratejisine karşılık vermek için kendi yolum var. İnsanları bana çağırmak yerine ben insanlarıma gidiyorum.
Üç hükümet beni çağırdı, Amerika'nın bana karşı olduğunu ve hiçbir yere gitmeme izin verilmesin diye hükümetlere baskı yaptıklarını çok iyi biliyorlardı. Üç hükümet yeterince cesurdu ve o ülkeler zengin değil, fakir Güney Amerika ülkeleri. Ama Amerika'ya göstermek istiyorlar: "Dünya üzerinde tekelin yok."
Bu yüzden dünyayı dolaşmak kimin dost olduğunu, kimin olmadığını anlamama yarayacak. Ve benim deneyimlerime göre, bir dost yüz düşmana bedel... Çünkü onların hiçbir şeyleri yok, yalnızca modası geçmiş eski, çürük fikirler. Biraz ittirince paramparça oluyorlar.
Ölmüş bir şey için mücadele ediyorlar.
Biz daha doğmamış bir şey için mücadele ediyoruz.
Ve varoluş kararı hep yaşama taraftır.
GİRİT
Osho 16 Şubat'ta dört haftalık turist vizesi ile Yunanistan'a uçtu ve Girit adasında kaldı. Üç gün sonra villasının bahçesinde, dev bir ağacın altında konuşmalar yapmaya başladı. Birkaç gün içinde sannyasinlerinden pek çok kişi yakındaki Avrupa ülkelerinden Girit'e gelmeye başladı. Yerel Yunan Ortodoks piskoposu, cemaatine verdiği vaazlarda Osho'nun aleyhine konuşmaya başladı ve Osho'yu genç insanların ahlakını bozmakla suçlayan broşürler dağıttı, villasına bir yürüyüş düzenleme tehdidi savurdu. 5 Mart'ta Osho akşam uykusundayken, onu tutuklamak ve sınır dışı etmek için polis geldi. Osho'nun yasal sekreteri tutuklama emri göstermelerini istediği zaman polis kadını tutukladı, kapıları ve pencereleri kırarak eve girdi, Osho'yu tutukladı.
URUGUAY YOLUNDA. İSVİÇRE, İSVEÇ, LONDRA, İRLANDA, İSPANYA, SENEGAL
Yunanistan'dan, bir gece dinlenmek için Cenova'ya geçti ve ismini öğrendikleri an, "Mümkün değil! Onu ülkemize sokmayız." dediler.
Uçaktan inmeme bile izin vermediler. İsveç'in Avrupa'daki diğer ülkelerden daha ileri olduğu söylendiği için İsveç'e geçtik. İsveç pek çok teröriste, devrimciye, sınır dışı edilmiş politikacıya sığınma hakkı vermişti, çok cömertti.
İsveç'e ulaştık. Bir gece kalmak istedik, çünkü pilotların zamanı daralıyordu. Daha fazla gidemiyorlardı; aksi halde yasadışı sayılacaktı. Ve yalnızca bir gecelik izin istediğimiz için mutluyduk, ama havaalanındaki adam herkese yedi günlük vize verdi. Ama hemen polis geldi, vizeleri iptal etti ve bize gitmemizi söyledi: "Bu adamın ülkemize girmesine izin veremeyiz."
Teröristlere, katillere, mafya üyelerine sığınma hakkı veriyorlar, ama bana veremiyorlar. Ve ben sığınma hakkı ya da ikamet izni istemiyordum, yalnızca bir gece kalmak istiyordum.
Londra'ya döndük, çünkü bu temel haklar sorunuydu. İki kez yasal kıldık onu, ertesi gün için birinci sınıf bilet aldık. Jetimiz oradaydı, ama yine de, "Yarın için biletiniz yoksa birinci sınıf bekleme salonunda kalamazsınız." demesinler diye bilet aldık.
Bekleme salonunda kalabilmek için herkese bilet aldık ve onlara şöyle dedik, "Kendi jetimiz var, biletimiz de var." Ama havaalanında kimsenin karışamayacağı bir ek madde buldular: "Takdir yetkimiz var ve bu adamın bekleme salonunu kullanmasına izin vermiyoruz."
Merak ettim: "Bekleme salonunda kalarak nasıl ahlak sistemlerine, dinlerine zarar verebilirim? Uyuyacağım ve sabahleyin de gideceğim." Ama hayır, bu sözde medeni ülkeler düşünemeyeceğin kadar ilkel ve barbar. Dediler ki, "Tek yapabileceğimiz şu, seni bir geceliğine hapse atabiliriz."
İRLANDA'DA PİLOTLARIN DİNLENMESİ İÇİN BİR GECE kalmak istedik, havaalanındaki adam yedi gün verdi. Kim olduğumuza, amacımızın ne olduğuna aldırmadı. Gerçekten sarhoş olmalı! Otele gittik ve sabahleyin polis geldi, pasaportlarımızı istedi ve o yedi günü iptal etti.
Dedik ki, "Bize yedi gün verdiniz ve şimdi sebep göstermeden iptal ettiniz. Bizden hiç kimse otelden çıkmadı; hiçbir suç işlemediler. Bunu yapamazsınız."
İkilemde kaldılar. Yedi gün vermişlerdi; şimdi iptal etmişlerdi ve gösterecek sebepleri yoktu. Bu yüzden şöyle dediler, "Dilediğiniz kadar kalabilirsiniz, ama otelden çıkmayın."
Orada on beş gün kaldık, çünkü zamana ihtiyacımız vardı. İnsanlarımız İspanya'da çalışıyordu ve İspanyol hükümeti bana kalıcı ikamet hakkı vermeye gönüllüydü. Bu yüzden yalnızca zaman istiyorduk: İspanya hazır olursa İrlanda'dan İspanya'ya geçebilirdik. İrlanda'da on beş gün vizesiz kaldık.
Ve İrlanda'yı terk ettiğimiz gün bakan parlamento üyelerine, İrlanda'da hiç bulunmadığımızı bildirdi. Kültürlü insanlar, eğitimli insanlar ve İrlanda'da hiç bulunmadığımızı söyleyerek yalan söylüyorlar! Ve bakan biliyordu, hükümeti biliyordu, polis şefi biliyordu.
Bir yere yerleşir yerleşmez tekrar başlayabileceğimi düşünüyorum, birer birer her ülke yalanları için, bana "tehlikeli" dediği için, önce evet deyip, sonra bir saati bile reddettikleri için mahkemeye sürüklenecek. Bütün dünyaya hiçbir yerde demokrasi olmadığını göstereceğim.
14 MARTTA OSHO VE GRUBUNA İSPANYA VİZESİ vaadedildi, ama üç gün sonra Amerika ve Almanya hükümetlerinin yolladığı dosyalara dayanarak reddettiler. 18 Mart'ta Osho'nun jeti Madrid'e indi ve Uruguay konsolosu Osho ve yanındakilerin pasaportlarına Uruguay vizeleri basarken Guardia Civil çevrelerinde bekledi. Bir sonraki durak, Uruguay'a devam etmeden önce bir gece dinlenmek için Dacca, Senegal idi. Aynı gün Avrupa Parlamentosu Osho'nun Avrupa eyaletlerine girmesini engellemek için harekete geçmeyi tartışıyordu.
Şaşıracaksın: Hiç gitmediğim, hatta tek bir sannyasinim olmayan ülkelerin parlamentolarında ben tartışılıyorum, sanki dünyadaki en büyük sorun benmişim gibi. Nükleer bir üçüncü dünya savaşı ile karşı karşıyalar, ama asıl endişeleri benim!
Ders vermeye devam edersem çürük toplumlarının yıkılmaya başlayacağını fark etmiş olmaları dikkate değer. Ve ben ne olursa olsun devam edeceğim; beni engelleyemezler. Ben yolunu bulurum. Ve onlara karşı her savı artık daha da keskinleştireceğim, benim kendi halkıma ders vermemi engelleyen tüm hükümetleri teşhir edeceğim.
URUGUAY
Osho 12 Nisan'da Uruguay'da, Punta del Este'de, denize yakın geniş bir eve yerleşti. Orada samimi bir ortamda, yirmi-otuz kişilik gruplar için günlük konuşmalar yapmaya devam etti. Aynı zamanda çalışmalarının bir sonraki aşamasından bahsetmeye başladı.
Çalışmamın yeni aşaması bir gizem okulu. Dünyada, zaten yolları olan, evleri olan, inşa etmek zorunda olmadığın yerlerde çalışabilirsin. Fabrikalar zaten vardır... binlerce yıl içinde dünya bütün bunları yaratmıştır. Bu yüzden başarabilirsin, haftada beş gün, günde beş saat yeterlidir. Hafta sonunda meditasyon yapabilir, sessizliğe gömülebilir ya da yalnız bir noktaya gidip gevşeyebilirsin. Ve bir yılda o kadar çok para kazanabilir, o kadar çok para biriktirebilirsin ki, bir aylığına, iki, üç aylığına buraya gelebilirsin... Ne kadar mümkünse.
O zaman benimle birlikte olmak iş anlamına gelmez. O zaman benimle birlikte olmak coşku, kutlama, meditasyon, şarkı, dans anlamına gelir. Bu üç ay yalnızca tatil olur. O üç ay için dünyayı unutursun. Saf hakikat arayışı olur. Ve üç ay sonra, her ne öğrendinse evde devam edersin: Orada zamanın olur. Beş saat çalışırsın, yeterli zamanın olur; kendine en az iki saat ayırabilirsin.
Böylece her sene gelir gidersin, ne kadar mümkünse. Kimseye yük olmazsın, kimsenin sana hükmetmesine gerek olmaz; katı disiplin kurallarına gerek olmaz, iş bunu gerektirir. Koordinatörlere gerek olmaz, böylece güç sarhoşluğundan kaçınabiliriz.
Ama her iki komünümüz bir gizem okulu açabileceğimiz bu noktaya gelmemize yardımcı oldu. O iki komün olmasa imkânsız olurdu. Ben olaylara böyle bakıyorum. Başarısızlıklar bile seni başarıya yaklaştırır, çünkü her başarısızlık neyin, nasıl yolunda gitmediğine ilişkin görüş verir. Bu yüzden her iki deney çok önemli oldu.
Artık tamamen farklı bir yer yaratacak durumdayız. Bütün sene festival olacak. İnsanlar gelip gidecek. Öğrendikleri her şeyi yanlarında götürecekler ve dünyada uygulayacaklar. Yenilenmek, tazelenmek, daha ileri, daha derine gitmek için yine gelecekler. Yalnızca sana bakacak iskelet ekip var olacak.
URUGUAY HÜKÜMETİ BAŞTA OSHO İÇİN BİR YILLIK ikamet izni vermişti, önce üç seneye kadar uzatmayı, sonra ona vatandaşlık hakkı tanımayı planlamıştı. Ama Haziran'ın başında hükümet Osho'nun yerleşmesine izin verilmemesi için Amerika'dan baskı gördü. Haziran'ın ortasında Amerika hükümeti Uruguay başkanına bir ültimatom verdi: Ya Osho'yu sınır dışı edecekler ya da milyarlarca dolar Amerikan yardımından olacaklardı. Başkan gönülsüzce itaat etti.
19 Haziran 1986'da Osho Uruguay'dan, iki haftalık vize aldığı Jamaica'ya uçtu, ama ertesi sabah polis o akşam gitmesi gerektiğini söyledi. 20 Haziran'da Lizbon, Portekiz'e uçtu ve iki hafta boyunca sessizce kiralanan bir villada kaldı. Polis villasını sardı ve 30 Haziran'da Bombay'a uçtu.
Uruguay cumhurbaşkanı şöyle dedi, "Talihsiz bir şey, ama yapmalıyım. Kendi vicdanıma karşı çıkarak yapıyorum bunu."
Amerikalılar ülkeyi terk etmemle yetinmiyorlardı. Uçağım havaalanında bekliyordu... Dedim ki, "Sorun yok; ülkeyi terk edebilirim. Ülkenizi öyle bir tehlikeye atmam."
Dedi ki, "Amerikan başkanı sınır dışı edilmeniz konusunda ısrarlı; sınır dışı edilmeden ülkeyi terk etmemelisiniz. Suç işlemeye zorlanıyorum: İlk önce sebep göstermeden ülkeyi terk etmenizi söylüyorum; hiçbir şey yapmadın. İkinci olarak seni sınır dışı ediyorum. Ama tamamen savunmasızım. Yine de bir şey istiyorum: Pasaportunuzda Uruguay'dan sınır dışı edildiğinize ilişkin damga olmayacak. Küçük bir havaalanımız var, uçağınızı o havaalanına gönderin ve akşam bize haber vermeden gidin, böylece biz, 'Bize bilgi vermeden gitti. Onu sınır dışı etmeye zaman kalmadı.' diyebilelim."
Ama yanılıyordu. Jetim küçük havaalanına gittiğinde orada bütün damgalarıyla birlikte bir Amerikan temsilcisi ve işi insanları sınır dışı etmek olan bir memur bekliyordu. Orada bekletildim, çünkü tüm formları doldurmaları gerekiyordu ve ben ülkeyi terk ederken, '"Fark etmez. Aslında pasaportum tarihi bir belge oldu! Sebepsizce o kadar çok ülkeden sınır dışı edildim ki." dedim.
Uruguay'dan çıktığım zaman cumhurbaşkanı hemen Amerika'ya davet edildi ve Ronald Reagan 'bir dostluk gösterisi olarak' ona otuz altı milyon dolar verdi. Bu, beni otuz altı saatte dışarı attığı için bir ödüldü: Tam olarak otuz altı milyon dolar, bir saat için bir milyon dolar. Aslında, bu hükümetlerden komisyon almaya başlamalıyım! Benim sayemde milyarlarca dolar alıyorlar, en az yüzde iki almalıyım.
1987: "PUNE İKİ"
Bombay'da beş ay kaldıktan ve müritlerinin birinin evinde günlük konuşmalarına devam ettikten sonra, Osho 30 Aralık 1986'da, onun beş yıllık yokluğunda Hintli sannyasinleri tarafından korunan Pune'daki komüne gitti. İlk geldiğinde yerel hükümet görevlileri ve Hindu köktendincisi Vilas Tupe (bkz. suikast girişimi) önderliğindeki bir organizasyon Osho ve komününe karşı bir dizi düşmanca eylem gerçekleştirdi. Ama birkaç ay sonra -Pune Valisi Dhole Patil'in desteği ve Hindistan hükümeti ve yargısındaki dostlarının yardımı ile- komünün normale yakın bir şekilde işlemesine izin verildi ve göreceli olarak daha az açık tacizler ve karışmalar oldu.
Dün Pune valisinden bir mektup daha aldım:
En derin sevgi ve memnuniyetlerimle bildirmek isterim ki şu anda 17 Koreagon Park, Poona adresinde, seçim bölgemde oturmakta olan Osho kuşkusuz aydınlanmış bir insandır. Din üzerine yetkin görüşlerine bu kargaşa dolu zamanlarda çok ihtiyaç vardır. O zamanımızın güzel konuşan, büyük gizemcilerinden ve spiritüel ustalarından biridir. Tavırları ve sevgi dolu davranışları hiçbir yasal sorun yaratamaz ve yaratmamıştır, ne de herhangi bir yasa ihlalinden suçlu bulunmuştur. Aslında öğretileri, ülkenin tamamının çok karışık bir durumdan geçtiği mevcut koşullarda çok huzurlu ve sakin bir atmosfer yaratmak için müsaittir.
1987'nin sonunda komün kapılarından içeri binlerce sannyasin ve konuk geliyordu. Osho'nun sağlığı zaman zaman bozuluyor, kemiklerinde ve eklemlerindeki ağrılardan şikâyet ediyor, görme sorunları ve ışığa karşı hassaslık yaşıyor, iştahını kaybediyor, tekrarlayan kulak enfeksiyonlarından çekiyordu. Bazen günlerce, haftalarca günlük konuşmalarına katılamıyordu. Ve konuşmalarında sık sık sonsuza dek fiziksel olarak var olamayacağından bahsediyor, dinleyicilerini meditasyona öncelik vermeleri gerektiği konusunda uyarıyordu. Mart'ta meditasyon salonuna girerken ve çıkarken "durma egzersizi" başlattı. Toplantıya vahşi bir müzik eşliğinde dans ederek önderlik ediyor, sonra birkaç dakika duruyor, sonra dansa tekrar başlıyordu.
Seni evine döndürmeye çalışıyorum. Çok uzağa gittin. Gelip geçici şeylerin peşinden uzaklaştın, rüyaların peşinde koştun. Ve ben senin eve dönmeni istiyorum, çünkü sana tatmin verebilecek olan şeyler, sana doygunluk verebilecek şeyler orada değil, burada; başka bir zamanda değil, şu anda. Ve bir durma duygusu -mutlak bir duruş- şu anın ve buranın deneyiminden başka bir şey değil.
Sana bunun yalnızca tadını verebilirim ve o tadı aldıktan sonra onu aramaya başlarsın. O zaman seni engellemenin yolu olmaz. En temel şey tattır.
Sözcükler işittin, çok güzel sözcükler, ama seni çılgınca bir arayışa sevk etmedi. Ben sana yalnızca sözcük değil, biraz da içerik vermek istiyorum. Ve bu ancak sana biraz tat vermekle mümkün olabilir.
Ve zaman olgunlaştı. Pek çok sannyasinim için çiçekler belirmeye başladı. Gittikçe daha çok çiçek açacak. Ve çok sabırsızca sabırlı olmalısın, derin bir özlemle, ama talepte bulunmadan. Çünkü ben sonsuza dek burada olamam. Ve yeterince uzun bekledim; artık sana tat vermeye başlamamın zamanı geldi. Sana pek çok sözcük verdim, bu hazırlıktı. Çok tohum ektim ve artık bahar çok yaklaştı, cesur olmalısın ve bütün, derinliğine benimle, benim sessizliğimde, coşkumda.
Seninle benim aramdaki ikiliğin bir kenara bırakılmasının zamanı geldi.
Zeki olanlar hemen bırakmalı. Daha az zeki olanlar için biraz zaman alacak. Kıyılarında kalmak için biraz daha zamanım var... Ama çok kalamam.
HEP SENİNLE OLAMAM. ÇOK İSTERDİM, AMA VAROLUŞ buna izin vermez. Varoluş ancak bu kadar halat veriyor, ve bu iyi; aksi halde beni hak görmeye başlardın.
Bir gün seninle olmayacağım. Arada bir yok olmam iyi bir şey, böylece benim yokluğumda olan şeyin senin gerçekliğin olduğunu öğrenmeye başlarsın. Ben seninle birlikteyken bana gark olabilirsin. Kendini unutursun.
Ve kendini unutmamalısın! Kendini hatırlamalısın, çünkü ancak hatırlayarak kendini dönüştürebilirsin.
Varlığımı özlemen doğal; bu yüzden seni kınamıyorum. Ama daha ötedeki bir şeyi arıyorsun -normalin ötesinde, doğalın ötesinde- aşkın bir şey. Yolu öğrenmelisin ve o yolda yalnız yolculuk etmelisin.
Ben seninle gelemem. Sana yolu gösterebilirim, ayı gösterebilirim. Ama benim parmaklarım ay değil ve sana ayı göstermeye devam edemem. Eninde sonunda parmaklarımı unutup, aya kendin bakmalısın. Yolda yalnız ilerlemelisin.
Doğal olarak sabah akşam, her gün seninle birlikte olmak için gelmediğimde bir tür kırgınlık hissetmeye başladın. Bu bir kırgınlık değildi; yalnızca kendi gerçekliğinin yüzeye çıkmasıydı. Daha önce yüzeye çıkma fırsatı bulamıyordu. O kadar çok seninle beraber oluyordum ki, sen gölgede, arka planda kalmıştın. Ben senin için senden daha gerçek olmuştum.
Ben gelmediğimde, benim yokluğumda kendi gerçekliğin açığa çıktı. Bu güzel, çünkü ne olduğunu, nerede olduğunu bilmediğin sürece hac başlayamaz. Bu yüzden bu günler çok önemli.
Unutma: Kendi içinde ne bulursan bul, ne kadar çok çöp olursa olsun, bu kendi gerçekliğin. Temizlenebilir, bir kenara bırakılabilir; ondan uzaklaşabilirsin. Ama bu konuda herhangi bir şey yapılmadan önce, onu tanımalısın. İlk ve en önemli şey bu.
BENİM SENİN BÜYÜMENE YAKLAŞIMIM TEMEL OLARAK seni kendimden bağımsızlaştırmak. Ve her tür bağımlılık köleliktir ve spiritüel bağımlılık en kötü köleliktir.
Senin kendi bireyselliğinin, kendi özgürlüğünün, kimseden yardım almadan büyüme kapasitenin farkına varabilmen için her çabayı gösterdim. Senin büyümen sende var olan bir özellik. Dışarıdan gelmiyor; bir kabul ettirme değil, bir açılma.
Sana verdiğim hiçbir meditasyon tekniği bana bağımlı değil -benim varlığım ya da yokluğum fark yaratmaz- sana bağlı. Onların işe yaraması için benim varlığıma değil, senin varlığına ihtiyaç var.
Faydası olacak olan benim burada olmam değil, senin burada olman, şu anda olman, tetikte ve farkında olman.
RONALD REAGAN'IN AMERİKASI'NDA ZEHİRLENMEK
Doktorların bir kulak enfeksiyonunu tedavi edemedikleri ve çok hastalandığı yedi haftalık bir dönemden sonra, 6 Kasım 1987'de doktorlarının ABD'de hapsedildiği dönemde talyum ile zehirlendiğinden kuşkulandığını bildirmek için topluluğun önüne çıktı.
Özel doktorum Dr. Amrito hemen dünyadaki tüm sannyasin doktorlara bilgi gönderdi ve zehirlenme konusunda en iyi uzmanlarla iletişime geçmelerini istedi, çünkü analizlerine göre bedenimin tüm direncini kaybetmesi ancak zehirlenmem durumunda olabilirmiş. Ve bu fikir aklında güçlendikçe, adım adım konuyu araştırdı ve bana ancak tek bir tür zehir verilmesi durumunda ortaya çıkabilecek tüm semptomları buldu.
Amerikan hapishanelerinde geçirdiğim o on iki günden beri uykusuz kaldım. Bedenimde daha önce olmayan pek çok şey olmaya başladı: İştahım kaçtı, yiyecekler tatlarını yitirdi, midem bulanmaya başladı kusmak istiyorum... Susuzluk hissetmiyorum, sanki sökülüyormuşum gibi muazzam bir duygu hissediyorum. Sinir sistemimde bir şey de etkilenmiş gibi. Zaman zaman tüm bedenimde güçlü bir karıncalanma duygusu oluyor -özellikle de ellerimde- ve gözkapaklarım seğiriyor.
Hapishaneye girdiğim gün altmış sekiz kiloydum; bugün elli sekiz kiloyum. Ve üç ay önce sağ elimdeki kemik çok acımaya başladı. Bunların hepsi belli zehirlerin semptomu. Dr. Amrito sannyasinim olan tüm doktorlara dünyadaki en iyi zehir uzmanları ile iletişime geçmelerini söyledi. Ve doktorlardan biri, Dr. Dhyan Yogi hemen kan örneklerimi, idrar örneklerimi, saç örneklerimi aldı, İngiltere'ye, Almanya'ya, en iyi uzmanlara gitti. Avrupalı uzmanlar iki seneden sonra bedende hiçbir zehir izi bulunamayacağını söyledi, ama tüm semptomlar belli bir zehrin verildiğini gösteriyor.
İngiltere ve Almanya'daki Avrupalı uzmanlar, ağır metal zehirleri ailesinden talyum olduğunu tahmin etti. Sekiz haftada bedenden yok oluyor, ama etkiler bırakıyor ve bedenin hastalıklara karşı direncini yok ediyor. Ve sana bahsettiğim tüm semptomlar talyum zehirlenmesi yüzünden.
Bu yedi hafta boyunca sen farkında değildin... Yalnızca hasta olduğumu düşünüyordun. Göz cerrahım Dr. Premda en iyi ilaçlarla birlikte koşa koşa Almanya'dan geldi, ama zehre karşı meditasyonlarımdan başka hiçbir şeyin faydası olmadı. Maddeye ait olan her şeyi aşabilen tek ilaç. O yedi hafta neredeyse gece gündüz karanlığın içinde yattım, sessizce bedenimi gözledim ve hiçbir şeyin bilincime gölge etmesine izin vermedim. Ölümle mücadele ediyordum, bu ölümle sevgi arasında bir savaştı. Ve sevgi muzaffer olduğu için kutlama yapmalısın.
Seni bu güzel durumda, yukarı doğru büyürken bırakmak benim için çok acı verici olacak. Ben halkımın kendi kendilerini dönüştürmelerini, onlar aracılığı ile bu güzel gezegene gerçek bir medeniyet ve insanlık getirmek istiyorum.
Yalnızca tek bir din var ve o da sevgi dini. Yalnızca tek bir tanrı var ve o da kutlama, yaşam, sevinç tanrısı. Tüm bu yeryüzü birdir ve tüm insanlık birdir. Biz birbirimizin parçasıyız.
Beni zehirleyenlerden şikâyetim yok. Onları kolaylıkla affedebilirim. Ne yaptıklarını kesinlikle bilmiyorlardı.
Tarihin kendini tekrar ettiği söylenir. Kendini tekrar eden tarih değildir; insanın bilinçsizliği, insanın körlüğü kendini tekrar eder. İnsanın bilinçli, tetikte ve farkında olduğu gün artık tekrar olmayacak. Sokrates zehirlenmeyecek, İsa çarmıha gerilmeyecek, El-Hallaç Mansur öldürülmeyecek, katledilmeyecek. Ve bunlar bizim en iyi çiçeklerimiz, en yüksek zirvelerimiz. Bunlar bizim kaderimiz, geleceğimiz. Bunlar gerçekleşen, doğamızdaki potansiyel.
Eminim yüreğinde kimseye karşı öfke ve nefret olmayacak, yalnızca anlayış ve sevgi dolu affediş olacak. Tek gerçek dua bu. Ve yalnızca bu tür dua insanlığı daha yüksek bilinç düzeylerine çıkarabilir.
İçten içe kesinlikle eminim: Bedenimi, sinir sistemimi zehirlemiş olabilirler, ama bilinçliliğimi yok edemezler, benliğimi zehirleyemezler. Ve bana kendimi bedenimin ötesinde, zihnimin ötesinde görme fırsatı vermeleri güzel oldu.
Bu yedi hafta ateş sınavı oldu. Sen bilmeden daima, o yedi haftanın her anında bana büyük yardımın oldu. Senin sevgin olmadan zehirden kurtulmam imkânsız olurdu, çünkü senin sevgin olmadan mücadele etmeme bile gerek olmazdı. Tatmin ve doygunluk doluyum; eve döndüm. Ama senin sendelediğini, el yordamı ile aradığını görüyorum ve seni bu durumda bırakmak çok kalpsiz ve merhametsiz bir davranış olacak. Sana tüm yaşamın boyunca gündoğumları, ötüşen kuşlar, açan çiçekler diliyorum. Bunun dışında, burada olmak için hiçbir sebebim yok.
Unutma: Ben senin için buradayım. Bunu hatırlamak yoldan çıkmanı önler. Bunu hatırlamak, içinde yaşadığımız gayrı medeni dünyanın, insanlık dediğimiz bu deliler evinin farkında olmana yardım eder. Sana yeni bir insanın, yeni bir insanlığın doğması gerektiğini hatırlatır.
Bu muazzam bir meydan okumadır. En uzak yıldızlara dokunma cesaretine, zekâsına, arzusuna ve özlemine sahip olanlar... Yalnızca o birkaç insan beni anlayabildi, benim yoldaşlarım oldu. Benim hiç takipçim yok, yalnızca sevgililerim, dostlarım, yoldaşlarım var.
Sizin de benim yürek atışlarım olan aynı güzelliğe, aynı mutluluğa, aynı kendinden geçmişliğe ulaşmanı isterim. Bu tüm evrenin de yürek atışı.
DÜNYA YARATICILIK BİLİMLERİ AKADEMİSİ
17 Ocak 1988'de Osho insanların hem maddeyle ilgili dışsal bilimleri, hem içsel meditasyon bilimini keşfedebilecekleri bir toplantı yeri yaratmakla ilgili bir komün hayalinden bahsetti. Bu geçmişte sık sık bahsettiği bir öneriydi, ama artık fikrini daha da rafine etmişti.
Ben bu aşram'ın yavaş yavaş bir Dünya Yaratıcılık Bilimleri Akademisi'ne doğru gelişmesini istiyorum. Bu belki şimdiye dek yapılmış en büyük sentez olacak. Sizin dinsiz gerçek arayışınız hiçbir şekilde nesnel gerçeklik arayışını engellemez, çünkü bu alanlar kesinlikle ayrıdır; üst üste geçmez.
Bir bilim adamı ve meditasyoncu olabilisin. Aslında, meditasyonda ne kadar derine inersen, o kadar berraklık, o kadar zekâ, o kadar dehanın içinde çiçeklendiğini göreceksin ve bu tamamen yeni bir bilim yaratabilir.
Eski bilim dine karşı bir tepki olarak yaratılmıştı. Benim bahsettiğim yeni bilim hiçbir şeye tepki değil, taşkın bir enerji, zekâ, yaratıcılık. Politika bilimi yozlaştırdı, çünkü onun ilgi alanı yalnızca savaş. Dinler bilimi kabul edemez, çünkü hepsi batıl inançlı ve bilim tanrılarının tamamını, tüm batıl inançlarını yok edecekti. Bilim bu üç yüz yılı çok zor durumda geçirdi, bir yandan dinle mücadele etti, diğer yandan bilinçsizce politikacıların kölesi oldu.
Ben bu mekânın büyümesini istiyorum ve tamamen yaşam olumlayan hedeflere adanmış bir dünya bilim ve sanat akademisi için ayarlamalar yapıyorum.
Hiroşima'yı ve Nagasaki'yi yaratan, binlerce insanı, kuşu, ağacı yok eden bilim -sebepsizce, sırf politikacılar atom enerjisinin işe yarayıp yaramadığını anlamak istedi diye- ve daha fazla yiyecek, daha fazla yaşam, daha iyi sağlık, yaşamın tüm alanlarında daha fazla zekâ yaratabilen aynı bilim. Ama bilim politikacıların ellerinden alınmalı ve dinler hakkında düşünmeye zahmet etmemeli.
Nobel Ödül sahipleri, ünlü bilim adamları, farklı boyuttan sanatçılar akademiyi oluşturacak ve bilimin yıkıcı olma eğilimini değiştirmek için çaba gösterecekler.
Sannyasinlerimiz -ve pek çok bilim adamı, sanatçı, doktor var- akademiye yardımcı olacak. Burs vereceğiz ve dünyanın her yerinden insanlar gelip yaşam olumlayan, insanlıkta daha fazla sevgi yaratan, nihai devrimi hazırlayan farklı bir bilim, farklı bir sanat için çalışabilecekler.
O nihai devrim tek bir dünya hükümetidir çünkü dünyanın tek hükümeti olmadığı sürece savaşları durduramazsın. Her ulusun kendi askeri, kendi savunmaları, kendi silahları olmak zorundadır ve kimin daha büyük bir yıkıcı gücü olduğu konusunda rekabet vardır. Ama tek bir dünya hükümeti olduğu zaman ordulara, hava kuvvetlerine, deniz kuvvetlerine gerek kalmayacak; bunların hepsi yaşama, insanlığın tümüne adanmış hizmetlere dönüştürülebilir.
Ve Dünya Bilimler Akademisi ilk adım olacak, çünkü dünyanın her yerinden gelen bilim adamlarını yavaş yavaş politikacıların ellerinden alabilirsek, politikacıların tüm gücü biter. Onlar güçlü değil; arkalarındaki güç bilim adamları. Ve bilim adamı büyük güçlük içinde, çünkü dünyada bilim adamına çalışacak yeterli kaynağı veren kurum yok.
Galile'nin kendi evinde küçük bir laboratuvar kurduğu ve bilim adamlarının dışarıdan destek almadan çalıştığı günler çoktan geçti. Artık bilim o kadar karmaşık ki, o kadar çok dal gelişti ki -ve her dal kendi içinde bir bilim oldu- bilim adamı hükümet ya da parası olan, zekâsı olan, öğrencilere adanmış çok güçlü bir kurum tarafından desteklenmediği sürece çalışamıyor.
Öyle görünüyor ki varoluş akademiyi yaratmak için ihtiyaç duyacağımız parayı ayarlıyor. İnsani yardım hizmetleri için pek çok vakfı olan çok önemli bir Japon, bu dünya enstitüsünü kurmak için o vakıflardan para getirmenin mümkün olup olmayacağını görmek için geliyor. Ve enstitü dünyanın her yerinden, istisnasız tüm bilim adamlarından destek görecek, çünkü artık herkes yaşama değil ölüme hizmet ettiklerini gördü.
Bilimsel araştırmalar için en büyük kütüphaneyi kurabiliriz, çalışan, araştıran sannyasinlerimiz olabilir. Sentez öyle olacak ki enstitüde çalışan herkes meditasyon da yapacak, çünkü meditasyon içinde derin olmazsa, sevgi kaynakların uyuşuk kalır. Mutluluğun, coşkun çiçek açmaz.
İnsan bilim için değildir, bilim insan içindir.
Ama bilim adamları güçlük içinde. Bireysel olarak çalışamıyorlar; bir hükümetin altında çalışmak zorundalar. Hükümetin çıkarı savaşta ve hiçbir din onları desteklemiyor, çünkü bulguları dinsel batıl inançları yok ediyor.
Benim yaşama, sevgiye, kahkahaya adanmış -daha iyi bir insanlık yaratmaya, daha iyi ve daha saf, sağlıklı bir atmosfer yaratmaya, bozulmuş ekolojiyi düzeltmeye adanmış- bir dünya akademisi yaratarak doldurmak istediğim büyük bir boşluk var.
Koregaon Parkı'nı satın almak için para kaynakları buluyoruz. Hindistan'da iyi olan bir şey var: Her şey daha ucuz ve insanlar her ülkeden gelebiliyor, burada üç, dört ay geçirebiliyor, sonra sekiz aylığına ülkelerine dönüyorlar, yeterince para kazanıp gene geliyorlar. Burada çalışmalarına gerek kalmıyor. Burası onların meditasyon tapınağı. Ve ben tüm boyutları -müzik öğretecek en iyi müzisyenleri, resim yapmayı öğretecek en iyi ressamları, sana şiir deneyimi ve bunun ifadesini öğretecek en iyi şairler- istiyorum.
Ben tedavi edilemez bir hayalciyim.
Ama sana hayatta ne hayal ettiysem, hiçbir şey yapmadan başardığımı söyleyebilirim. Yalnızca varoluşa bir teklif...
YAA-HUU! GİZEMLİ GÜL
19 Mart 1988'den başlayarak Osho yalnızca soruların yanıtlarına adanmış, son konuşma dizisi olacak bir dizi konuşmaya başladı. Bu konuşmalar sırasında "bırak-gitsin" meditasyonunu geliştirmeye başladı ve kişisel olarak bunlara önderlik etti. Aynı zamanda konuşmalarından birinde anlattığı bir fıkraya dayanan "mantra selamı" dediği şeyi tanıttı. Her iki kol kaldırılıyor, "Yaa-huu!" diye bağırılıyordu.
30 Nisan'da Osho "meditasyon terapisi" adını verdiği yeni bir süreç geliştirdiğini bildirdi. Süreç birkaç deneyden sonra rafine edildi. Üç haftalık bir sürede, günde üç saat yapılıyordu: Bir hafta kahkaha, bir hafta gözyaşı, bir hafta sessiz gözlem. Katılımcılar arasında iletişim olmuyordu ve "terapist" yoktu, yalnızca süreci yönetmek için eğitim almış bir kolaylaştırıcı vardı. Sürece "Gizemli Gül" deniyordu.
Hiçbir meditasyon sana bu küçük strateji kadar çok şey veremez. Bu benim pek çok meditasyonumun deneyimi, yapılması gerekenleri içinde iki seviyeye bölmek. Kahkahan baskılanmış; "Gülme, bu ciddi." denmiş sana. Kilisede ya da üniversitede sınıfta gülmene izin yok...
Bu yüzden ilk seviye kahkaha seviyesi, ama kahkaha bittiği zaman aniden kendini gözyaşlarına boğulmuş, acı içinde bulacaksın. Ama bu da çok hafifletici bir olgu olacak. Ömürlerce süren acı ve ıstırap yok olacak. Bu iki seviyeden kurtulursan kendini bulmuş olacaksın.
Pek çok meditasyon icat ettim, ama belki de en esaslı olanı, en temel olanı bu olacak.
SONRAKİ HAFTALARDA OSHO İKİ MEDİTASYON terapisi daha ekledi: "Zihinsizlik" anlamsız gevezelikleri takip eden sessiz gözlem içeriyordu ve "Tekrar Doğmak" katılanların çocuk gibi özgürce oynamalarına izin veriyordu. Aynı zamanda rehberli meditasyon ve hipnoz konusunda becerikli olan terapistlerin, onun "Kendine Unutulmuş Beden ile Konuşma Dilini Hatırlatmak" adını verdiği kadim bir Tibet beden-zihin sağaltma tekniğini canlandırmalarını önerdi.
ZEN SÖYLEVLERİ
Gizemli Gül dizisini tamamladıktan sonra Osho Zen hikâyelerinden ve haikularından bahsetmeye başladı. Zen konuşmalarının parçası olarak editörünün hikâyelerin ve haikuların anlamı konusunda sorduğu soruları yanıtlıyor, sık sık dünya işleri ve sosyal konularda yorumlar yapıyordu. Ama insan ilişkileri ve başka kişisel sorunlar konusundaki sorulara yanıt vermiyordu. Konuşmalarını sık sık meditasyon salonunu çevreleyen ağaçlara, kuşlara, bulutlara ya da yağmurlara, doğanın diğer unsurlarına adıyordu.
Herkesin hatırlaması gereken en temel şeylerden biri şudur: Din ancak organize bir doktrin yoksa, bir inanç sistemi yoksa, dogma, teoloji yoksa canlıdır. Yalnızca bu sessizlik, rüzgârda dans etmekten zevk alan ağaçlar varken yüreğinde bir şey büyür. Bu sana ait bir şeydir, herhangi bir yazmadan gelmez; onu sana kimse veremez, çünkü bu bilgi değildir.
Bir yanda tüm dinler, diğer yanda Zen arasındaki en büyük fark budur. Zen hariç tüm dinler ölüdür. Fosilleşmiş teolojiler, felsefe sistemleri, doktrinler olmuşlardır, ama ağaçların dilini unutmuşlardır. Ağaçların bile işitilebildiği ve anlaşıldığı sessizliği unutmuşlardır. Her canlı varlığın yüreğinde olması gereken doğal ve anlık coşkuyu unutmuşlardır.
Deneyim bir açıklama, bir ifade olduğu an artık nefes almaz; ölüdür ve dünyanın her yerinde insanlar ölü doktrinler taşıyorlar.
Zen'e yaşayan tek din diyorum, çünkü bu bir din değildir, yalnızca bir dinsizliktir. Dogması yoktur, herhangi bir kurucuya bağlı değildir. Geçmişi yoktur; aslında sana öğretecek hiçbir şeyi yoktur. İnsanlık tarihinde olan en tuhaf şeydir. En tuhaf, çünkü boşluktan zevk alır, hiçlikte çiçek açar. Masumlukta, bilmemekte tatmin bulur. Dünyevi olan ile kutsal olan arasında ayrım yapmaz. Zen için var olan her şey kutsaldır.
ZEN KONUŞMALARININ SONUNDAKİ REHBERLİ MEDİTASYONLAR gittikçe uzadı ve Osho bir anlamsız gevezelik bölümü ekledi. Bunun ardından sessiz oturma, bir "salıver gitsin" (bedenin gevşemesi ve yere düşmesi) geliyordu. Sonra yeniden sessizlik içinde oturma geliyor, sonunda Osho kutlama içinde salonu terk ediyordu. Osho sessiz aşamalarda topluluğa rehberlik ediyordu ve her aşama bir davul sesi ile bildiriliyordu.
Sessiz ol. Gözlerini kapat, bedeninin tamamen donmuş olduğunu hisset.
Şimdi içe bak, tüm bilinçliliğini topla; bir ok gibi, merkeze doğru.
Merkezde budasın. Çeperde herhangi biri olabilirsin, Tom, Dick, Harry; çeperde herkes farklı, ama merkezde esas doğan buda doğası, Tao adamı doğası.
Gittikçe daha derine, çünkü ne kadar derine inersen, sonsuz gerçeklik deneyimin o kadar çok olur. Çiçekler üstüne yağmaya başlar, tüm varoluş sessizliğini kutlar.
Yalnızca merkezden tanık ol, eve geldin.
Berraklaştırmak için...
(Davul sesi)
Gevşe. Yalnızca bir tanık olduğunu hatırla. Sen beden değilsin, sen zihin değilsin. Sen yalnızca bir aynasın. Ve ayna gibi bir gözlemciliğe yerleştiğin zaman tüm varoluş çok güzel bir biçim alır. Her şey ilahi olur.
Bu akşam kendi başına da güzeldi, ama Joshu'nun aslan kükremesi onu muazzam bir güzelliğe kavuşturdu.
Şu an budasın.
Geri döndüğün zaman budayı da yanında getirin. Günlük yaşamında budayı yaşamalısın. Ben dünyadan vazgeçmeye karşıyım, ben dünyayı yeniden yaratma taraftarıyım. Ne kadar çok buda olursa, dünyanın yeni gökleri, yeni boyutları, açılan yeni kapıları olur... Yeni gizemler, yeni mucizeler.
Elinden geldiğince çok koku ve çiçek topla.
(Davul vuruşu)
Geri dön, ama bir buda olarak geri dön, huzur içinde, zarafet içinde. Birkaç dakika otur, ziyaret ettiğin mekândaki deneyimlerini, yaşadığın ihtişamı hatırla.
Her gün daha derine inmelisin. Bu yüzden ne kadar uzağa gittiğini hep hatırla: Yarın biraz daha gitmelisin. İki, beş, yirmi, otuz yıl alabilir, ama buda olacaksın. Beni ilgilendirdiği kadarıyla şu anda budasın, cesaretini toplaman yeterli. O otuz yılda budaya dönüşmeyeceksin, sen zaten budasın. O otuz yıl boyunca yalnızca şüpheden vazgeçeceksin, nasıl buda olacaksın şüphesinden. Ben söylesem bile, tüm budalar seni ikna etmeye çalışsa bile, derinlerde bir şüphe var: 'Tanrım, ben mi? Ben bir buda, ha?' Ama bir gün kendi deneyimlerin sonucunda ikna olacaksın. Kendi deneyimin olmadan gerçek dönüşüm olmaz."
"BHAGWAN"IN SONU
Aralık 1988'de Osho yine ciddi bir şekilde rahatsızlandı, günün yirmi dört saati boyunca özel doktorunun başında beklemesi gerekti. Üç haftalık yokluktan sonra meditasyon salonuna döndüğü zaman irkiltici bir bildiri yaptı. Japon bir kadın görücü Gautama Buda'nın Osho'yu araç olarak kullandığına inanıyordu. Osho bunun doğru olduğunu teyit etti ve Bhagwan ismini bıraktığını bildirdi. Video ışıkları gözlerini rahatsız ettiği için aylardır taktığı gözlükleri de çıkardı ve müritlerinden birine verdi. Takip eden birkaç gün yeni adı pek çok değişime uğradı ve bir tanesi UPI gazetecisine verdiği yanıtta ortaya çıktı.
Buda Gautama bende konakladı. Ben ev sahibiyim ve o konuk. Budizm'e dönme konusu yok. Ben kendi hakkımla budayım ve kalan işleri için benim aracımı kullanmasının sebebi bu. Yirmi beş yüzyıldır bulutların arasında dolanarak doğru aracı bekliyordu. Ben Budist değilim. Ne de Buda Gautama, Budistler ya da organize bir din yaratmaya niyetli. Yirmi beş yüzyıl önce bile asla organize bir din yaratmadı. Gerçek organize edildiği an yalan olur. Organize bir din gizli politikadan, rahiplik kurumunun istismar edilmesinden başka bir şey değil. Bunlar shankaracharya, imam, haham ya da papa olabilir, fark etmez.
Gautama Buda arkasında halef bırakmadı. Son sözleri şunlardı, "Heykellerimi yapmayın, sözlerimi toplamayın. Ben tapınılacak bir simge olmak istemiyorum. En derin özlemim taklitçi olmamanız. Budist olmak zorunda değilsiniz, çünkü buda olmak sizin kendi potansiyeliniz."
Söylemek isterim: Ben Budizm ya da herhangi bir 'izm' öğretmiyorum. Ben budanın kendisini öğretiyorum. Benim yanımdaki insanlar herhangi bir organize dinin parçası değil. Onlar bağımsız, bireysel arayıcılar. Onlarla ilişkim yoldaş ilişkisi.
Bu arada, sana yirmi beş yüzyıl önce Gautama Buda'nın kehanetini hatırlatmalıyım: "Bir kez daha geldiğimde bir kadının rahminden doğamayacağım. Benzer bilinçliliğe, aynı yüksekliğe ve aynı açık gökyüzüne sahip bir adamda konaklayacağım. Bana 'Dost' denecek."
Sözcükte muazzam bir özgürlük ima ediliyor. Kimsenin gurusu olmak istemiyor, yalnızca bir dost olmak istiyor. Paylaşacak bir şeyi var ve paylaşmanın bağlı olduğu koşul yok.
Bunun sana ne faydası olacak, çünkü birkaç sannyasinin kadim Gautama Buda ile benim aramdaki farkı nasıl anlayacakları konusunda kafası karıştı. Gautama Buda'nın kehaneti kargaşayı açıklığa kavuşturmaya yardımcı oluyor.
Bende konaklamasına rağmen, bana Buda Gautama denmeyecek. Onun kehanetinde belirttiği gibi hitap edilmek çok hoşuma gider: Buda Maitreya. Maitreya 'dost' anlamına gelir. Bu ayrım yapılmasını sağlar. Herhangi bir kargaşa olmaz.
SIRADIŞI ZİYARETİN BEŞİNCİ GECESİNDE OSHO YENİ bir bildiri ile meditasyon salonuna geldi. Gautama Buda gitmişti, çünkü konuk ile ev sahibinin yaşam tarzları arasında bazı uyumsuzluklar vardı.
Bu dört gün benim için çok güç oldu. Gautama Buda'nın zamanın getirdiği değişiklikleri anlayacağını düşünmüştüm, ama mümkün olmadı. Çok uğraştım, ama o kendi yolunda öylesine disiplinli ki -yirmi beş yüzyıl geride kaldı- kemik gibi sertleşmiş.
Küçük şeyler güçlük yarattı.
Ona şöyle dedim, "Zavallı yastık bir lüks değil ve elini tüm gece başının altında tutmak eziyetten başka bir şey değil. Sence sağa dönüp yatmak doğru, sola dönmek yanlış mı? Beni ilgilendirdiği kadarıyla, benim temel kuralım şu, ben her iki yanı sentezlerim."
Günde yalnızca bir kez yemek yermiş ve tek söz söylemeden benim de böyle yapmamı istedi. O yemek dilenirmiş. Bana sordu, "Dilenme kabın nerede?"
Bu akşam saat tam altıda, jakuzideyken çok rahatsız oldu. "Jakuzi mi?" Günde iki kez banyo yapmak, yine lüksmüş.
Dedim ki, "Geri döneceğin kehanetini gerçekleştirdin. Dört gün yeter. Sana güle güle! Ve artık yeryüzünün çevresinde dolanıp durmana gerek yok; mavi göklerde kaybolabilirsin.
"Dört gün boyunca senin yapmak istediğin işi yaptığımı gördün ve ben bunu zamana, gereksinimlere uyarak yapıyorum. Hiçbir şekilde emir kabul etmeye hazır değilim. Ben özgür bir bireyim. Özgürlük ve sevgimle seni konuk kabul ettim, ama ev sahibi olmaya çalışma."
Bu dört gün başım ağrıdı. Otuz yıldır başım ağrımamıştı, baş ağrısının ne demek olduğunu unutmuştum. Her şey imkânsızdı. Kendi tarzına o kadar alışık ki ve o tarz artık geçerli değil.
Bu yüzden şimdi çok daha büyük, tarihi bir açıklama yapıyorum, ben yalnızca kendimim.
Bana buda demeye devam edebilirsin, ama bunun Buda Gautama ya da Buda Maitreye ile bir ilgisi yok. Ben yalnızca kendi adıma budayım. Buda sözcüğü yalnızca "uyanmış olan" anlamına gelir. Şimdi adımın, Buda Shree Rajneesh Zorba olduğunu ilan ediyorum.
BUDA SHREE RAJNEESH ZORBA KISA SÜRE SONRA TÜM isimlerinden vazgeçti ve isimsiz kalacağını söyledi. Ama sannyasinleri ona hitap ederken kafaları karışıyordu ve "Osho" ismini önerdiler. Bu isim Zen hikâyelerinde bir saygı ve şeref unvanı olarak sık sık görülüyordu. Osho kabul etti ve sözcüğe kendisi bir anlam vererek William James'in okyanusça (İng. oceanic) terimi ile ilişkilendirdi. Daha sonra bunun adı olmadığını, yalnızca sağaltıcı bir ses olduğunu söyledi.
ZEN MANİFESTOSU:
İNSANIN KENDİNDEN ÖZGÜRLEŞMESİ
Gautama Buda'nın "ziyareti"ni takip eden haftalarda Osho yeni güç ve enerji kaynakları bulmuş gibi göründü. Konuşmaları uzadı -iki kez, ara vermeden neredeyse dört saat konuştu- ve konuşma tarzı fark edilir biçimde hararet ve enerji kazandı. Farklı bir dizi konuşmada Zen ile Friedrich Nietzsche ve Walt Whitman'ın çalışmalarını ilişkilendirdi, Hıristiyanlık ile karşılaştırdı ve bunu Gorbaçev'e komünizmden kapitalizme geçiş yolu olarak önerdi. Ama Şubat 1989'da, "Zen Manifestosu" başlıklı yeni bir dizi konuşmaya başladıktan iki gün sonra Osho yine hastalandı ve Nisan başına kadar meditasyon salonunda görünmedi. "Zen Manifestosu" son konuşma dizisi oldu.
Zen manifestosuna kesinlikle ihtiyaç var, çünkü eski dinler paramparça oluyor. Ve onlar paramparça olup insanlık tamamen çıldırmadan Zen tüm yeryüzüne yayılmalı. Eski ev yıkılmadan yeni bir ev yaratmalısın.
Ve bu sefer aynı hatayı yapma. Orada olmayan bir evde yaşıyordun; bu yüzden yağmurda, kışın, güneşte sıkıntı çekiyordun, çünkü ev yalnızca bir hayaldi. Bu sefer gerçek evine gir, insan yapımı bir tapınağa, insan yapımı bir dine değil. Kendi varoluşuna gir. Neden devamlı karbon kopya olasın?
Bu sefer çok kıymetli. Çok talihli bir anda doğdun, eskinin geçerliliğini, kanıtını yitirdiği, senin zindanından çıkacak kadar cesur olmaman yüzünden eski çevrende asılıyken doğdun. Aksi halde kapılar açık. Aslında hiç kapı yoktu, çünkü içinde yaşadığın ev tamamen hayali. Tanrıların hayali, rahiplerin hayali, tüm yazmaların hayali.
Bu sefer aynı hatayı yapma. Bu sefer insanlık eski çürümüş yalanlardan yeni, sonsuzca yeni gerçeğe bir kuantum sıçrayışı yapmalı.
Zen'in manifestosu budur.
OSHO'NUN HALK İÇİNDE SÖYLEDİĞİ SON SÖZLER 10 Nisan 1989 akşamı, meditasyonun sonunda söyledikleriydi.
Şu an yeryüzündeki en kutsanmış insansın. Kendini buda olarak hatırlamak en değerli deneyimdir, çünkü bu senin ebediliğindir, ölümsüzlüğündür.
Bu sen değilsin, senin varoluşunun kendisi. Yıldızlarla, ağaçlarla, gökyüzü ile, okyanus ile birsin. Artık ayrı değilsin.
Buda'nın son sözü sammasati oldu.
Buda olduğunu hatırla, sammasati.
İÇ ÇEMBER
6 Nisan'da Osho "İç Çember" adını verdiği, yirmi bir müritten oluşan, komünün pratik idaresi ile ilgilenecek bir grup kurdu. Bundan halk içinde bahsetmedi, ama daha sonra gruba ana hatları ile amaçlarının spiritüel yönlendirme sağlamak değil, Osho'nun çalışmalarını ulaşılabilir kılmak için pratik konularla ilgilenmek olduğunu açıkladı. Ölen ya da başka bir sebepten ayrılmaya karar veren İç Çember üyelerinin yerine kalan üyelerin gizli oyla seçtiği biri gelecekti ve grubun tüm kararları konsensusla alınacaktı.
Bir gelenek oluşmasından kaçınamazsın; elinde değil. Öldükten sonra insanların yapacaklarını önleyemezsin. Bunu cahillerin ellerine bırakmaktansa doğru ana hatları vermek daha iyi.
AYRILIŞA HAZIRLANIRKEN
10 Nisan 1989: Osho söylev vermeyi bitirirken sekreterine enerjisinin tamamen değiştiğini söyledi. İnsanın rahimde dokuz ay kalarak gelmesi gibi dünyadan ayrılmadan dokuz ay önce enerjinin ölüm için yine bir kuluçka dönemine girdiğini açıkladı. Bu akşamın söylevi "Buda'nın Uyanışı" başlıklı yeni bir dizinin başlangıcı oldu.
10 Mayıs: Meditasyon salonundaki genel toplantıda Osho'nun bir daha halk içinde konuşmayacağı bildirildi.
23 Mayıs: Osho'nun akşamları meditasyon salonuna geleceği bildirildi. Geldiği zaman herkesin onunla birlikte kutlama yapabilmesi için müzik çalıyordu ve bunun ardından sessiz meditasyon yapılıyor, sonra Osho gidiyordu. O salondan ayrıldıktan sonra konuşmalarından birini içeren bir video gösteriliyordu.
Haziran-Temmuz: Osho Multiversite oluşturuldu. Komünün sunduğu değişik atölye çalışmalarını ve programları içeren "fakülteleri" vardı. Dönüşüm Merkezi, Gizem Okulu, Yaratıcı Sanatlar Okulu, Savaş Sanatları Okulu bunların arasındaydı. İnsanlardan akşam toplantıları için beyaz cüppeler giymeleri istendi ve bu değişim komünün uzun zamandır kutladığı, Temmuz'da, dolunayda yapılan ve aydınlanmış ustaları şereflendiren geleneksel bir Hint festivali sırasında yapıldı.
25 Ağustos: Osho komün içindeki günlük aktivite sırasında kestane rengi cüppe giyilmesi için ayarlamalar yapılmasını önerdi.
31 Ağustos: Önceden Chuang Tzu Oditoryumu olan, Osho'nun konutunun yakınındaki yerde Osho için yeni bir yatak odası yapıldı. Mermer döşeli, büyük bir avize ile aydınlatılan, çevredeki cangıl-bahçeye bakan yerden tavana pencereleri olan odanın düzenlenmesi işi ile doğrudan ilgilendi.
14 Eylül: Osho eski yatak odasına taşındı ve yeni oda Gizemli Gül ve Zihinsiz Meditasyon terapileri için kullanılmaya başlandı. Osho'nun bahçede yürüyüş yapması için inşa edilen kapalı, havalandırmalı cam bir yürüyüş yolu vipassana, zazen ve diğer sessiz meditasyon grupları tarafından kullanılmaya başlandı.
17 Kasım: Osho bedenden ayrıldığı zaman nelerin yapılması gerektiği konusunda talimatlar verdi. Hindi dilindeki kitapları İngilizce'ye tercüme edecek bir grubun oluşturulmasını istedi ve İç Çember'in nasıl çalışacağı konusunda daha fazla talimat verdi.
24 Aralık: Sunday Mail, Büyük Britanya, Osho'nun ABD'den sınır dışı edilmesi konusunda Vatikan'ın kısmen sorumlu olduğu konusunda bir makale yayınladı.
17 Ocak 1990: Osho'nun doktoru bundan sonra akşam meditasyonu sırasında meditasyon salonunda oturamayacağını, ama topluluğu selamlamak için geleceğini ve sonra hemen gideceğini bildirdi. Osho salona geldiği zaman çok kırılgan olduğu, ayakta zor durduğu açıktı.
18 Ocak: Osho akşam toplantısı sırasında odasında kaldı, ama oradaymış gibi varlığının hissedileceği mesajını yolladı.
19 Ocak 1990: Osho akşam beşte bedenden ayrıldı. Doktorunun önerdiği sıra dışı tedaviyi, "Varoluş zamanlamasına kendi karar verir." diyerek reddetti ve huzur içinde gözlerini kapatıp gitti. Doktoru saat yedide, her zamanki gibi akşam toplantısı için meditasyon salonunda toplandığı zaman bildiriyi yaptı. Salonda bulunmayan, fakat gelmek isteyecek dostlara zaman tanımak için kısa bir süre beklendikten sonra Osho'nun bedeni on dakikalık kutlama için salona getirildi, sonra bir alay eşliğinde yakındaki ölü yakma alanına götürüldü. Uğurlama kutlaması gece boyunca sürdü.
İki gün sonra Osho'nun külleri Chuang Tzu Oditoryumuna getirildi -yeni "yatak odası" olarak düzenlenen odaya- burada konuşmalar yapmış, yıllarca sannyasinler ve arayıcılar ile görüşmüştü. Küller Osho'nun talimatlarına uyularak "yatağın altına" konuldu -gerçekten de yatak platformu olarak tasarlanan mermer yükseltinin üzerine- ve üzerine birkaç ay önce dikte ettirdiği sözler yazılı bir plaka olarak konuldu:
OSHO
HİÇ DOĞMADI
HİÇ ÖLMEDİ
YALNIZCA 1931-1990 ARASINDA YERYÜZÜ
GEZEGENİNİ ZİYARET ETTİ
--------------------------------------------------------------------------------
(1) siklon: Atmosferde bir alçak basınç alanı çevresinde hızla dönen rüzgârların oluşturduğu şiddetli fırtına... (Ed. n.)
(2) Büyük Çamurlu Çiftlik (Çev. n.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder